2 Ekim 2015 Cuma

KISACA AKIL, ZEKÂ, MANTIK


"Akıl", "zekâ" ve "mantık" kavramları sıklıkla birbirine karıştırılır. Oysaki bunların hiçbiri, bir diğeriyle aynı şey değildir. Kısaca izah edelim isterseniz:

-Tamamı Arapça olan bu kelimelerden biri olan "zekâ", insanın içerisinde bulunduğu evreni beş duyusuyla algılayıp anlamlandırmasını sağlar. Bu yüzdendir ki zekânın bir irâdesi yoktur ve insanlardaki kadar olmasa da hayvanlarda da bulunur. Hatta zekâ tek tip olmayıp "sosyal zekâ, müzik zekâsı, matematik zekâsı vs." gibi şubelere ayrılır.

-"Akıl" ise "zekâ"da olduğu gibi evrendeki nesnelerin beş duyu ile algılanmasını değil "o nesneler arasındaki bağlantının kurulmasını" sağlar. Bu yönüyle "akıl" bir irâdeye ve muhâkeme ile hüküm verme kabiliyetine sahiptir. Bu yeteneğe sahip olmadıkları içindir ki hayvanlar, duyularını harekete geçiren zekâlarıyla etraflarındaki nesneleri algılasalar da onlar arasında bir bağlantı kuramazlar.

-"Mantık" ise hem "akıl" ve hem de "zekâ"dan daha farklı olarak basitçe "akıl yürütme biçimi" şeklinde tanımlanabilir. Buna göre kişi, nesneler arasındaki ilgiyi kurarken kendi muhakeme kabiliyeti çerçevesinde bir yöntem belirler ve o yöntem neticesinde ulaşmış olduğu sonuca göre hüküm verir. Pek tabi bu hüküm o bireye göre mantıklı olsa da genel geçer olmayabilir.


Bütün bu tanımlamalar bize bu üç kavramın "şaşmaz" ve "yanılmaz" olmadığını gösterdiği gibi, her zaman ve zeminde "genel geçer sonuçlar" elde edemediklerini ve özellikle de metafizik konularda yetersiz olduklarını, hele hele dinî metinlerin sadece onlara istinat edilerek anlaşılmaya çalışılmasının da son derece tehlikeli olduğunu gözler önüne sermektedir. Bütün bu araçların sağlıklı kullanımı; ciddi bir ilim birikimi, hikmet ve basireti de gerektirmektedir, vesselâm...
BAYRAMLAR ÜZERİNE

Arapçada “bayram” anlamına gelen kelime “العيد / îd” kelimesidir ve bu kelimenin aslı da “âde / عاد” fiilidir. “Âde / عاد” sözcüğü “dönmek, geri gelmek” anlamındadır. Her sene dönüp dolaşıp geri geldikleri için bayramlara da “dönüp gelen” manasına “العيد / îd” denegelmiştir. Müslümanların iki büyük bayramı vardır:

  1. Bu bayramların ilki Ramazan'ın nihâyetine ulanan ve Şevvâl ayının ilk günü olan "عيد الفطر / Îdu'l-Fitr" yani "Fıtır Bayramı"dır. "Fitre" ve "İftâr" kelimeleri de aynı kökten gelir ve kendisinde oruç bozulup bir şeyler yenebildiğinden bayram bu şekilde isimlendirilmiştir. Bu bayram bir "şeker bayramı" değildir ve mezkûr bayramın başta söylediğimizden başka bir adı da yoktur. Fıtır Bayramı, ilk olarak Hicret’in 2. yılında kutlanmıştır. En sahîh olan görüşe göre bu bayram sadece 1 gündür ve Ramazan’ın son günü güneşin batımından Şevvâl’in ilk günü güneşin batımına kadar devam eder. Ebû Dâvûd ve Tirmizî’nin Sünenlerinde bu bayramın iki gün olduğu da rivâyet edilmiştir.
  2. Sözü edilen bayramların ikincisi ve en büyüğü Türkiye ve İran’da “عيد القربان / Kurban Bayramı” olarak isimlendirilen “عيد الأضحى / îdu’l-adhâ”dır. Bu bayram ayrıca “يوم النحر / yevmu’n-nahr (boğazlama bayramı)”, “العيد الكبير / el-îdu’l-kebîr (büyük bayram)” ve “عيد الحجاج / îdu’l-huccâc (hacılar bayramı)” şekillerinde de isimlendirilmiştir. Mezkûr bayram Arafe Günü Vakfesi’nin tamamlanmasından hemen sonra Zu’l-Hicce’nin 10. günü başlar ve aynı ayın 13. günü güneşin batışıyla birlikte sona erer. Bu bayramın en mühim özelliklerinden biri de teşrîk tekbirleridir.

Her iki bayramda da 2 rekatlık bir namaz ve hutbe vardır. Bu günler, Müslümanlar için birer tatil günü değil sıla-i rahim ve ibadet günleridir.



TOSHIHIKO IZUTSU’NUN “KUR’ÂN’DA TANRI VE İNSAN” ADLI ESERİ ÖZELİNDE KUR’ÂN’IN SEMANTİK YAPISINA KISA BİR BAKIŞ

1. SEMANTİK NEDİR?

            Semantik (ing. semantics, fr. sémantique) kelimesi, Grekçe orijinli bir kelime olup aslı “sēmantikós” şeklindedir. Türkçe karşılığı “anlambilim”, Arapça karşılığı ise “ilmu’l-me‘ânî” ya da “ilmu’d-delâle”dir. Sēmantikós kelimesini oluşturan kök yani “sēma”, “gösterge” anlamına gelir. Dilbilimin bir kolu olarak semantik ise kimileri tarafından “dili anlam yönüyle ele alan, göstergenin (sēma) gösterilen bölümünü ya da içeriği, ‘eşsüremli’ (eşzamanlı/synchronic) ve ‘artsüremli’ (artzamanlı/diachronic) açılardan inceleyen bir bilim” olarak tanımlanmıştır.[1] Kısaca söylemek gerekirse semantik bir “anlam bilimi”dir. Bununla birlikte bu tanım, tartışmalıdır. Çünkü semantiğin bir bilim olup olmadığı hâlâ tartışılmaktadır.
            Dilbilimsel semantik ile felsefî bir disiplin olan semantiği birbirine karıştırmamak gerekir. Zira ikisi tam olarak aynı şeyler değildir. Felsefî semantik, göstergeler ya da kelimelerle bunların göndergeleri arasındaki ilişkiye ehemmiyet verir ve adlandırma, düz anlam, yan anlam, mecaz (metafor), doğruluk gibi özellikleri inceler. Dilbilimsel semantik ise, zaman içinde anlam değişiklikleri ile dilin yapısı, düşünce ve anlam arasındaki karşılıklı ilişki gibi konular üzerinde durur.

2. “KUR’ÂN’DA TANRI VE İNSAN” ADLI ESERİN KISA TANITIMI

Orijinal ismiyle “God and Man in the Qur’an: Semantics of the Qur’anic Weltanschauung[2], Tokyo Keio Üniversitesi profesörlerinden Japon asıllı Toshihiko Izutsu (1914-1993) tarafından İngilizce olarak kaleme alınmış ve daha sonra Dr. Hilâl Muhammed el-Cihâd tarafından “Allâh ve’l-İnsân fi’l-Kur’ân” adıyla[3] Arapçaya, Dr. M. Kürşad Atalar tarafından da “Kur’ân’da Tanrı ve İnsan” adıyla[4] ve Dr. Süleyman Ateş tarafından da “Kur’ân’da Allâh ve İnsan” adıyla[5] Türkçeye de tercüme edilmiştir. Yalnız bu tercümelere verilen isimler dikkate alındığında en doğrusunun Dr. Atalar’a ait olduğu görülecektir. Zira eserin orijinalinde yer alan “god” kelimesi dikkate alındığında, “Allah” kelimesinin, mezkûr sözcük için alternatif bir tercüme olmadığı görülecektir. Bu durumda çevirilerde “god” kelimesi için karşılık olarak “tanrı” ve “ilâh” kelimelerine yer verilmeliydi.
Izutsu, sözü edilen eserini en genel anlamıyla “Semantics of the Qur’an” yani “Kur’ân’ın Semantiği” olarak da adlandırabileceğini fakat bunu, kitabın ana konusu dolayısıyla yapamadığını ifade ettiği giriş cümlelerinde, eserinin ana konusunu da şöylece özetlemektedir:

I would have done so readily if it were not for the fact that the main part of the present study is almost exclusively concerned with the problem of the personal relation between God and man in the Qur’anic world-view and is centered round this spesific topic.[6]

Toplam dokuz bölümden oluşan kitabın I. bölümü “Semantics and the Qur’an”, II. bölümü “Qur’anic Key-Terms in History”, III. bölümü “The Basic Structure of the Qur’anic Weltanschauung”, IV. bölümü “Allah”, V. bölümü “Ontological Relation Between God and Man”, VI. bölümü “Communicative Relation Between God and Man: Non-linguistic Communication”, VII. bölümü “Communicative Relation Between God and Man: Linguistic Communication”, VIII. bölümü “Jāhiliyyah and Islam” ve IX. bölümü ise “Ethical Relation Between God and Man” şeklinde isimlendirilmiştir.
Son olarak bu eser, “semantik” olgusunun daha iyi kavranması ve bu okuma biçiminin Kur’ân’a tatbikinin nasıl bir panorama arz ettiğini göstermesi açısından mühim ve bir o kadar da dikkate değer bir giriş denemesidir.

3. IZUTSU’YA GÖRE SEMANTİK VE KUR’ÂN SEMANTİĞİ

            Profesör Izutsu’nun, sözü edilen kitabının değerlendirmesini yapacağımız ilk bölümünü “Semantics and the Qur’an” yani “Kur’ân ve Semantik” şeklinde isimlendirdiğini daha önce de belirtmiştik. Bu bölüm ise kendi arasında şu dört ara başlıktan müteşekkildir:

I.       Semantics of the Qur’an / Kur’ân’ın Semantiği
II.    Integration of Individual Concepts / Tekil Kavramların Entegre Yapısı
III. ‘Basic’ Meaning and ‘Relational’ Meaning / ‘Esas’ Anlam ve ‘İlişkisel’ Anlam
IV. Vocabulary and Weltanschauung / Kelime Dağarcığı ve Dünya Görüşü

I. SEMANTICS OF THE QUR’AN

“Kur’ân’ın Semantiği” diye Türkçeleştirebileceğimiz bu başlıkta Dr. Izutsu, “semantics / semantik” kavramını sorgulamakta ve Kur’ân semantiğiyle ne kastettiğini, örnekler dahilinde izah etmeye çalışmaktadır. Bununla birlikte Izutsu’ya göre semantik, oldukça karmaşık bir alanı ifade eder ve onun ne olduğunu anlamak ve sınırlarını tayin etmek sanıldığı kadar kolay bir şey değildir:

Unfortunately, what is called semantics today is so bewilderingly complicated. It is extremely difficult, if not absolutely impossible, for an outsider even to get a general idea of what it is like. This is largely due to the fact that ‘semantics’, as its very etymology would suggest, is a science concerned with the phenomenon of meaning in the widest sense of the word, so wide, indeed, that almost anything that may be considered to have any meaning at all is fully entitled to constitute an object of semantics. And, in fact, 'meaning' in this sense is furnishing today with important problems thinkers and scholars working in most diverse fields of specialized study such as linguistics proper, sociology, anthropology, psychology, neurology, physiology, biology, analytic philosophy, symbolic logic, mathematics and, more recently, electronic engineering, and still others. So much so that semantics as the study of Meaning, cannot but be a new type of philosophy based on an entirely new conception of being and existence and extending, over many different and widely divergent branches of traditional science, which, however, are as yet far from having achieved the ideal of a perfect integration.[7]

Bu yüzdendir ki Profesör Izutsu, henüz dört başı mamur bir semantik biliminin olmadığını kabul eder. Semantiğin henüz bir bilim olmaması bir yana, müellifin kendine özgü bir semantik anlayışı yok değildir. Onun semantiğe yaklaşımını şu satırlarından okuyabiliyoruz:

As will be made abundantly clear as we proceed, semantics as I understand it is an analytic study of the key-terms of a language with a view to arriving eventually at a conceptual grasp of the weltanschauung or world-view of the people who use that language as a tool not only of speaking and thinking, but, more important still, of conceptualizing and interpreting the world that surrounds them. Semantics, thus understood, is a kind of weltanschauungslehre, a study of the nature and structure of the world-view of a nation at this or that significant period of its history, conducted by means of a methodological analysis of the major cultural concepts the nation has produced for itself and crystallized into the key-words of its language.[8]

Alıntıladığımız bu cümleleri takip eden satırlarda Izutsu, “Kur’ân’ın Semantiği” ifadesiyle ne kastettiğini ise şu cümlelerle özetler:

It will be easy to see now that the word Qur'an in our phrase "Semantics of the Qur'an" should be understood only in the sense of the Qur'anic weltanschauung, or Qur'anic world-view, i.e., the Qur'anic vision of the universe. The semantics of the Qur'an would deal mainly with the problem of how, in the view of this Scripture, the world of Being is structured, what are the major constituents of the world, and how they are related to each other. It would, in this sense, be a kind of ontology­­­­˗a concrete, living and dynamic ontology, and not the kind of static systematic ontology constituted by a philosopher at an abstract level of metaphysical thinking. It would form an ontology at the concrete level of being and existence as reflected in the verses of the Qur'an. It will be our purpose to bring out of the Qur'an this type of living dynamic ontology by examining analytically and methodologically the major concepts, that is, those concepts that seem to have played a decisive role in the formation of the Qur'anic vision of the universe.[9]



II. INTEGRATION OF INDIVIDUAL CONCEPTS

“Tekil Kavramların Entegre Yapısı” şeklinde çevirebileceğimiz bu başlık altında müellifimiz semantikle ilgili ikinci aşamaya geçmiş bulunmaktadır. Böylece onun Kur’ân’a özgü semantik metodunun içeriğini oluşturan malzemeye nasıl yaklaştığıyla ilgili soru işaretleri yavaş yavaş yerini cevaplara bırakır.
Izutsu’ya göre Kur’ân’a ait olan anahtar kavramları, tekil yapılarıyla diğer kelimeler arasından ayıklamak ve daha sonra anlam alanlarını araştırmak gerekecektir. Fakat bu da öyle kolay bir iş değildir; zira mesela “Allâh, İslâm, nebî, kâfir” gibi kavramlar, Kur’ân bağlamı içerisinde birbirinden kopuk düşünülemeyecek kadar ciddi bir ilgi arz edecektir. Bütün bu manaların tespiti ancak o anahtar kavramların bir bütünlük formu içerisinde değerlendirilmesiyle söz konusu olabilecektir. Yazarın konuya bakışı, -öz olarak- kendi özgün cümleleriyle şöyledir:

At first sight the task would appear to be quite a simple one. All we have to do, one might think, will be to pick up out of the whole vocabulary of the Qur'an all the important words standing for important concepts like Allāh, Islām, nabiy (prophet), iman (belief), kafir (infidel) etc., et., and examine what they mean in the Qur'anic context. The matter, however, is not in reality so simple, for these words or concepts are not simply there in the Qur'an, each standing in isolation from others, but they are closely interdependent and derive their concrete meanings precisely from the entire system of relations. In other words, they form among themselves various groups, large and small, which, again, are connected with each other in various ways, so that they constitute ultimately an organized totality, an extremely complex and complicated network of conceptual associations. And what is really important for our particular purpose is this kind of conceptual system which is at work in the Qur'an rather than individual concepts as such taken separately and considered in themselves apart from the general structure, or Gestalt, as we might call it, into which they have been integrated. In analysing the individual key concepts that are found in the Qur'an we should never lose sight of the multiple relations which each of them bears to others in the whole system.[10]

III. ‘BASIC’ MEANING AND ‘RELATIONAL’ MEANING

Bu başlık, “Temel Anlam ve İlişkisel Anlam” şeklinde Türkçeye çevrilebilir. Burada yazar, daha önceki başlıkta, araştırmacı tarafından belirlenen anahtar sözcüklerin tek başlarına anlamlandırılamayacaklarını ve onların, ancak tümel bir bakış açısıyla ve genel Kur’ânî bağlamlarında değerlendirilerek gerçek anlamlarının tespit edilebileceğini ifade etmişti. İşte bu başlıkla ise okuyucusunun, meseleyi iyice kavramasını sağlamak üzere konuyu detaylandırmış ve örneklendirmiştir. Bunlardan biri “kitâb” kelimesi bağlamında aşağıda verilmiştir:


Bu şekle göre “A”, en yalın anlamıyla “kitâb” kelimesini göstermektedir. “B” ise, aynı kelimenin Kur’ân’a özgü semantik alandaki yerini göstermektedir. Bu şemaya göre anahtar kelime olan “kitâb” sözcüğünün Kur’ân’ın tümel bağlamında “Allâh, tenzîl, vahy, nebî, ehl” gibi birçok sözcükle de ilgisi bulunmaktadır. Ayrıca şemada, anahtar sözcüğün hiyerarşik düzeni de gösterilmiştir.[11]
            Bu durumda yazar aynı zamanda ortaya iki terim de atmış olmaktadır ki bunlar “temel anlam” ve “ilişkisel anlam”dır. Temel anlam, “A” şeklinde görüldüğü gibi kelimenin en yalın haliyle ifade ettiği anlam; ilişkisel anlam ise, “B” şeklinde görüldüğü gibi bulunduğu metin içerisinde diğer kelimelerle oluşturduğu ilişki çerçevesinde oluşan özel anlam ya da anlamları ifade eder. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Herhangi bir kelime, ilk ve en yalın anlamıyla beraber, metin içerisinde oluşan ilişkisel anlamı da dikkate alınarak semantik bir analize tabi tutulmalıdır.

IV. VOCABULARY AND WELTANSCHAUUNG

“Kelime Dağarcığı ve Dünya Görüşü” diye tercüme edebileceğimiz bu başlığı oluşturan kelimelerden “weltanschauung” kelimesi aslen Almancadır. Yazarımız mezkûr kelimeyi bu şekliyle çok kullanmaktadır. Bununla birlikte eser içerisinde aynı şeyi yani “dünya görüşü” anlamını ifade etmek üzere İngilizce “world-view” kelimesini de yer yer kullanır.
Konuyu daha fazla uzatmadan Izutsu’nun bu başlık altında verdiği bir örneği daha değerlendirerek küçük incelememize son verelim. Karşımıza çıkan en çarpıcı örneklerden birini “îman” kavramı oluşturur. Izutsu önce bu kavram için şu şemayı verir:


 Şemayı verdikten sonra ise şu açıklamalarda bulunur:

The word īmān (belief)-with all the other words derived directly from the same root, like āmana (to believe), mu'min (believer)-for instance, plays in the Qur'an an exceedingly important part. Nobody will disagree to our regarding it as a focus-word governing a special field of its own. And as soon as we take it as a focus-word, we begin to see a certain number of other important words, that is, key-words, clustering about it as the conceptual article or focal point, thus forming together a significant conceptual sphere the whole vocabulary of the Qur'an (Picture A). These key-words clustering about īmān are of either a positive (P) or a negative (N) nature. On the positive side, we have among others, words like shukr (thankfulness; the verb shakara), Islām, lit. "the giving over of one's self (to God)" (the verb aslama), taṣdīq, "considering (the revealed words) truthful" (the verb ṣaddaqa), Allah (as the object 'belief’), etc. While the negative side of this conceptual network consists ofwords like kufr (disbelief), takdhīb, "giving the lie to (the revealed words)" (the verb kadhdhaba; kadhib: 'a lie'), ‘isyān (disobedience), and nifāq ("making a false show of belief'), etc.[12]

KAYNAKLAR

BRÉAL, Michel, Essai de Sémantique: Science des Significations, Paris, Hachette, 1897.
GEZGİN, Ali Galip, Tefsirde Semantik Metot, Ötüken Neş., İstanbul, 2002.
GUIRAUD, Pierre, Anlambilim, çev. B. Vardar, Multilingual Yabancı Dil Yay., İstanbul, tsz.
IZUTSU, Toshihiko, God and Man in the Qur’an: Semantics of the Qur’anic Weltanschauung, Islamic Book Trust, Kuala Lumpur, 2008.
_______, Allâh ve’l-İnsân fi’l-Kur’ân, çev. Hilâl Muhammed el-Cihâd, Merkezu Dirâsâti’l-Vahdeti’l-Arabiyye, Beyrut, 2007.
_______, Kur’ân’da Allah ve İnsan, çev. Süleyman Ateş, A.Ü.İ.F. Yay., Ankara, 1975.
_______, Kur’ân’da Tanrı ve İnsan, çev. M. Kürşad Atalar, Pınar Yay., İstanbul, 2012.
PALMER, F. R., Semantik / Yeni Bir Anlambilim Projesi, çev. R. Ertürk, Kitabiyat Yay., Ankara, 2011.
YILMAZ, Hasan, Semantik Analiz Yönteminin Kur’ân’a Uygulanması, Kurav Yay., Bursa, 2007.






[1] Genel olarak Semantik ve Kur’ân Semantiği hakkında geniş bilgi için bk. Michel Bréal, Essai de Sémantique: Science des Significations, Paris, Hachette, 1897; F. R. Palmer, Semantik / Yeni Bir Anlambilim Projesi, çev. R. Ertürk, Kitabiyat Yay., Ankara, 2011; Pierre Guiraud, Anlambilim, çev. Berke Vardar, Multilingual Yabancı Dil Yay., İstanbul, tsz.; Hasan Yılmaz, Semantik Analiz Yönteminin Kur’ân’a Uygulanması, Kurav Yay., Bursa, 2007; Ali Galip Gezgin, Tefsirde Semantik Metot, Ötüken Neş., İstanbul, 2002.  
[2] Eserin ilk baskısı Keio Üniversitesi tarafından 1964’te yapılmıştır. Bu yazıda ise, Kuala Lumpur’da yapılan 2008 baskısı esas alınmıştır.
[3] Bu çevirinin ilk baskısı, Merkezu Dirâsâti’l-Vahdeti’l-Arabiyye aracılığıyla 2007’de Beyrut’ta yapılmıştır.
[4] Bu çevirinin ilk baskısı, Pınar Yayınları tarafından 2012’de İstanbul’da yapılmıştır.
[5] Bu çevirinin ilk baskısı, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fak. Yayınları tarafından 1975’te gerçekleştirilmiştir..
[6] Toshihiko Izutsu, God and Man in the Qur’an: Semantics of the Qur’anic Weltanschauung, Islamic Book Trust, Kuala Lumpur, 2008, s. 1. [“Bu çalışmanın ana konusu neredeyse tamamen Kur’ânî dünya görüşünde Tanrı ile insan arasındaki özel ilişki meselesiyle ilgili olmasa ve bu spesifik başlık etrafında dönüp dolaşmasaydı, kitaba rahatlıkla bu adı verirdim.” bk. Kur’ân’da Tanrı ve İnsan, çev. M. Kürşad Atalar, Pınar Yay., İstanbul, 2012, s. 31.]
[7] Izutsu, A.g.e., s. 2-3. [“Maalesef bugün için semantik hakkında söylenecek şey, bunun şaşkınlık verecek derecede karışık olduğudur. Semantik bilgisine yabancı insan için semantik hakkında genel bir fikir sahibi olmak dahi imkânsız olmasa da pek güçtür. Bu güçlük, büyük ölçüde şundan ileri gelmektedir: Semantik, etimolojisinin gösterdiği gibi mana ile ilgilenen geniş kapsamlı bir bilimdir. Manası olan her şey semantiğin konusu olabilir. Bu anlamıyla semantik (kelimenin anlam dereceleri), bugün birçok önemli sorunlar ortaya çıkarıyor. Düşünürler ve araştırıcılar, lengüistik, sosyoloji, antropoloji, psikoloji, nöroloji, fizyoloji, biyoloji, analitik felsefe, sembolik mantık, matematik ve çok yeni olan elektronik mühendisliği vs. gibi ayrı ayrı önemli ihtisas dallarında çalışmaktadırlar. O kadar ki mana incelemesi olarak "semantik" tamamıyla yeni bir oluş ve varlık kavramına dayalı olan ve henüz mükemmel bir sentez idealini başarmaktan uzak, çeşitli bilim dallarının üzerinden aşan yeni bir felsefe çeşidinden başka bir şey değildir.” bk. Kur’ân’da Allah ve İnsan, çev. Süleyman Ateş, A.Ü.İ.F. Yay., Ankara, 1975.]
[8] Izutsu, A.g.e., s. 3. [“Açıkça görüldüğü gibi semantik, benim anladığıma göre bir dilin anahtar terimleri üzerindeki tahlili çalışmadır. Bu çalışma, yalnız konuşma aleti olarak değil, bundan daha önemli olmak üzere kendilerini kuşatan dünya hakkındaki anlayış ve düşüncelerinin de aleti olarak o dili kullanan halkın, dünya hakkındaki düşüncelerini kavramak için yapılır. Bu suretle semantik, bir çeşit weltanschauungslehre, bir ulusun, tarihinin şu veya bu önemli devresindeki dünya görüşünün mahiyeti ve yapısı hakkında bir çalışmadır. Bu çalışma o ulusun yapıp, dilindeki anahtar terimleri içerisinde ifade ettiği kültürel düşüncelerin metodolojik analizi vasıtasıyla yürütülür.” bk. Ateş çevirisi, s. 15.]
[9] Izutsu, A.g.e., s. 3-4. [“‘Kur'ân'ın semantiği’ cümlemizdeki Kur'ân kelimesiyle, Kur'ân'ın, dünya görüşü açısından ele alındığı açıktır. Kur'an semantiği, bu kâinatın nasıl meydana geldiği, dünyanın en büyük elemanlarının neler olduğu ve bunların birbirleriyle ilişkilerinin ne biçimde kurulduğu sorunlarıyla ilgilenmektedir. Bu anlamda semantik, bir çeşit ontoloji olmaktadır. Fakat bu, metafizik soyut düşünce alanındaki filozofun telif ettiği kuru, sistematik bir ontoloji değil; somut yaşayan dinamik bir ontolojidir. Kur'ân âyetlerinden yansıdığı üzere semantik, varlık ve oluşun somut bir ontolojisini teşkil etmektedir. İşte bizim amacımız, Kur'ân'ın kâinat görüşünün biçimlenmesinde kesin rol oynadığı belli olan fikirlerin çoğunluğunu, analitik ve metodolojik yoldan inceleyerek bu yaşayan dinamik ontolojiyi Kur'ân'dan elde etmektir.” bk. Ateş çevirisi, s. 15.]
[10] Izutsu, A.g.e., s. 4. [“İlk bakışta bu iş kolay görünür. Allah, selam, nebi, imân vs. gibi çok önemli Kur'ân sözlerini toplayıp Kur'ân'da ne anlam verdiklerine bakmakla bu işin yapılmış olacağı sanılabilir. Fakat hakikatte mesele öyle sanıldığı kadar basit değildir. Çünkü bu kelimeler Kur'an'da birbirinden ayrı, yalın halde bulunmazlar, her birinin ötekiyle yakın bir ilişkisi vardır. Bu kelimeler, somut anlamlarını, birbiriyle olan bu ilişki sisteminden alırlar. Diğer deyişle bu kelimeler, kendi aralarında büyük, küçük çeşitli gruplar teşkil ederler ve birbirlerine muhtelif yollarla bağlanırlar. Bu suretle sonunda gayet düzenli bir bütün, son derece karışık kavramsal münasebet ağı kurarlar. Şimdi bizim özel amacımız için önemli olan husus, işte bu anlam sistemidir. Bu sistem, kelimelerin kendi yapılarından çok, Kur'an'da vardır. Kur'ân'daki anahtar kavramları tahlil ederken, sistem içinde kelimelere özel anlamlar kazandıran bu çeşitli kelime ilişkilerini gözden uzak tutmamalıyız.” bk. Ateş çevirisi, s. 15-16.]
[11] Izutsu, A.g.e., s. 12.
[12] Izutsu, A.g.e., s. 22-23.
KUR’ÂN, EVRENSELLİK, TARİHSELLİK

I. KUR’ÂN’IN EVRENSELLİĞİ

İslâm dünyasında öteden beri dile getirilen bir ifade vardır: “Kur’ân evrensel bir kitaptır!” Son derece kısa ve öz olan bu cümle, aynı dünya üzerinde yaşayan insanlardan bir kısmının, yani Müslümanların inanç sistemlerine ait olan bir şeyin dile getirilmiş şeklidir ama neyin? Sözün gelişi, takrîben bin beş yüz yıl önce Arabistan yarımadasında şekillenen, ilk muhatapları Arap olan ve dolayısıyla da Arapçada vücut bulan bir kitabın evrensel olması neyi ifade eder? Bu soruya verilecek olan cevap, “evrensel”in ya da “evrensellik”in neliğiyle ilgilidir. Zira “evrensel”in ya da “evrensellik”in tanımı yapılmadan, herhangi bir şeyin, bu kavramın muhtevâsına dâhil olup olmadığı tartışılamaz. 
Peki öyleyse “evrensel” nedir? Bir şeyin “evrensel” olup olmadığına kim, neye dayanarak karar verir? Ya da “evrensel olan”a nasıl ulaşılır? Bütün bu sorulara, üzerinde herkesin anlaşabileceği bir cevap vermek hiç şüphesiz kolay bir iş değildir. Belki mümkün değildir de denebilir. Ama yine de sözü edilen kavram için büyük çoğunluk itibarıyla aklî bir müşterek de belirlenebilir.
“Evrensel”in tanımı için aklımızın bizi sürüklediği sonuç şudur: “Evrensel; hangi zamana, coğrafyaya ve ırka ait olursa olsun, insanî müştereklerle sınırlarını zorlayıp aşan her şeydir.” Bu tanıma göre “evrensel olan”ın; zaman, ırk, dil, coğrafya, kültür vs. gibi mutlak insan iradesinin üstünde varlık gösteren kavramların dışına taşabilecek bir kabiliyete sahip olduğunu, insana ait olan ortak değerler etrafında teşekkül ettiğini ve bu yüzden de -birtakım insanlar istisna edilebilirse de- hemen herkes için dikkate alınabilir ve kabul edilebilir bir şey olduğunu, en azından hoşgörüye zemin oluşturacak makul yönlerinin bulunduğunu söyleyebiliriz. Üstelik bu vasıfları taşıyan bir şeyin, hareket noktası olarak mahallî bir başka şeyi esas alması da durumu hiçbir şekilde değiştirmeyecektir. Zira mezkûr şey, mahallî öğelerle şekillenecek olsa da kendisine muhatap olarak temeli, yani “insan”ı seçer ve mesajını, “insan” paydasında verir.  
Genelde bir metnin, özelde ise Kur’ân’ın evrensel oluşu meselesi, üzerinde ayrıca durulması gereken bir konudur. Bununla birlikte -Batı’da metin kritisizminin yaygınlaşmasıyla gelişen; bir metnin içeriğini oluşturan kahraman kadrosunu, bu kadronun başından geçen hadiseleri ve bu hadiselerin gerçekleştiği şartları, o tarihin sınırlarıyla kayıt altına alma gibi görünüşte masum ama temelde doğru olmayan “aşırı tarihselci” bakış açısı bir tarafa bırakılacak olursa- Kur’ân’ın, Arapların şahsında tüm insanlık için söyleyeceği bir şey vardır ve bu yönüyle de o, evrensel bir özellik taşır diyebiliriz. Zira onun ilk muhatabı her ne kadar Arap ise de o, genel olarak “insan”ı hedef alır ve söyleyeceklerini insan paydasında söyler.
Bu açıdan bakıldığında -örneğin- başka bir kutsal kitap olarak kabul gören günümüz Eski Ahit’inin durumunun değiştiği görülür. Zira Kur’ân’ın aksine bugünkü Eski Ahit, kendisine muhatap olarak “insan”ı değil, “Yahudilik vasfı taşıyan insan”ı seçer. Bundan ötürü o, “evrensel” bir kitap değildir ve onun böyle bir iddiası da yoktur. Ama Kur’ân, kendisini “huden li’n-nâs / insanlar için bir hidâyet rehberi” olarak[1] tanımlar ve muhatabının tüm insanlık olduğu üzerinde ısrarla durur. Bu yüzdendir ki birçok âyetinde, kendisine hitap olarak “Yâ eyyuhe’n-nâs! / Ey insanlar!” ifadesini seçer.
Fakat Kur’ân’ın evrensel gerçekliği, “aşırı evrenselci” diye tanımlayabileceğimiz birçok araştırmacı tarafından -akıl, nakil ve bilimsel kriterler dikkate alındığında- doğru yorumlanamamış ve bu konu, gerçek varlık alanının dışında fantastik bir hal almaya başlamıştır. “Aşırı Evrenselci” yaklaşım diye adlandırabileceğimiz bu düşünce yapısı, Kur’ân’ın bütün zamanlar, mekânlar ve coğrafyalar için söyleyecek bir sözü olmasının dışında, onu tüm zamanların ilimlerini ihtiva eden ve zamanı geldiğinde de bu özelliğini gün ışığına çıkararak mucizevî yönünü ifşa eden şifreli bir kitap olarak telakki etmiş ve böyle göstermeye çalışmıştır.
Hâlbuki Kur’ân’ın evrensel oluşu, onun tarihsel arkaplanı ile nüzûl asrının gerektirdiği konjonktür ışığında her çağın insanının yaşayışını tanzim etmeye yönelik eskimez bir yapısının olmasıdır. Buna göre şartlar ne kadar değişirse değişsin, Kur’ân’ın insanlık için münasip gördüğü temel ve müşterek ilkeler, ihtiyaca cevap verebilecek bir mahiyet arz etmektedir.   
Bu noktada Fil Sûresi, çok güzel bir örnek teşkil eder. Bu sûrede sözü edilen olay “Fil Vak’ası” olarak bilinir ve sûrede, Ebrehe adlı bir komutan riyâsetinde Kâbe’yi yıkmaya gelen büyük bir ordunun mucizevî bir şekilde nasıl mağlup edildiğinden söz edilir. Sûrenin muhtevasını oluşturan bu hadise; Miladî 571 senesinde, yani zamanımızdan 1442 sene önce gerçekleşmiş olduğuna göre bu tarihî olay, günümüz için ne söylemektedir? Tek cümle ile cevap vermek gerekirse “Bu sûre; ahlaksız gücün, hazîn sonunu nazara vererek tekerrürden ibaret olan tarihin yazıcıları konumundaki insanoğlunu ibret almaya davet etmektedir.
Yoksa Kur’ân’ın evrenselliği, onun her çeşit bilimsel keşfi ya da yaş kuru her şeyi muhtevasına gizlemiş olması -ki öyledir- veyahut da onun gelecekten haber veren sırlı bir gayb kitabı olması değildir. Aksine o, varlık alanında, reel bir konuma sahip olan ve içerisinde insanoğlunun hayal dünyasının ürünü olarak şekillenen fantastik fantezi ve öğelere yer vermeyecek ölçüde ciddi bir kitaptır.[2] 

II. KUR’ÂN’IN TARİHSELLİĞİ

            Günümüzde bazı akademisyen ve araştırmacılar tarafından Kur’ân’ı yorumlama usûlü içerisinde değerlendirilen bir diğer okuma ve anlama biçimi de Hermenötik (İng. Hermeneutics)’in bir dalı olarak vücut bulan “Tarihselcilik”tir. Yunanca asıllı bir kelime olan “hermeneutike”, Antik Yunan tanrılarından oluşan panteonun mühim simalarından biri olan ve diğer tanrıların mesajlarını yorumlamasıyla bilinen Hermes’e göndermede bulunur.
Hristiyan âleminin teologları arasında cereyan eden münakaşalar neticesinde, Kitâb-ı Mukaddes kritisizmi ile doğan ve “yorumlama” anlamına gelen “hermenötik”, ilk anlamı itibarıyla bir dinî metinleri yorumlama ve metot bilgisi olarak karşılık bulsa da zaman içerisinde teoloji alanın dışına taşarak daha genel anlamda yorumlama ilkeleri vazeden felsefî bir disiplin halini almıştır. Bu haliyle de sözü edilen disiplin, Batı’da “metin yorum bilimi” olarak algılanır ve biri İskenderiye retorikçilerinin metin araştırmaları, diğeri de Helenistik dönemin[3] Kilise Babaları ve Yahudi Midraşik[4] yorumu olmak üzere iki kaynaktan beslenir. Bu ilim, herhangi bir metnin maksadını ortaya koyma ve yorumlamayı esas alır.[5]
Tarihselcilik ise hermenötik alan içerisinde varlık gösterir ve bütün metinleri, şekillendirildikleri tarihin bir tanığı olarak kabul eder. Buradan hareketle de her metni, teşekkül tarihinin panoramasını yeniden görmemizi sağlayan bir resim olarak değerlendirir. Hatta o, bu noktada metni oluşturan yazarın niyetini okuma iddiasındadır.
Özelde Kur’ân’ı inceleme alanına alan tarihselci yaklaşım ise; onu, tarihî-sosyolojik olgulara ve gelişmelere uygun bir şekilde varlık gösteren bir metin olarak algılar ve Kur’ân mesajının sadece kendisinden hareketle değil, aynı zamanda oluştuğu tarihî arkaplan ya da bağlamı da dikkate alınarak doğru anlaşılabileceğinden söz eder. Buna göre tarihsel hadiseler ve dolayısıyla da metnin bağlamı, onun için bir izlek konumundadır ve bu izlekle ilahî vahyin tabiatine ulaşılarak mesaj doğru kodlanmış ve anlaşılmış olur.
Tarihselci Kur’ân anlayışına göre, Kur’ân’ın vahyediliş öncesi metafizik konumu hiçbir değer ifade etmez. Bu anlayış, Kur’ân’ı yorumlarken, onun, risâlet yıllarında vahiy sonrası tecrübe edilen tarihî olgularla irtibatlı olarak vücut bulan metnini dikkate alır.
Nesnel bir yaklaşım biçimi olarak tarihselcilik, Kur’ân mesajını, teşekkül ettiği zaman dilimi olarak gördüğü ilk asra hasrederek anlama iddiasında iken zaman içerisinde gelişen ve geçmişten getirdiği tecrübelerle yoğrulan bugünün bireysel ve toplumsal olgu ve durumlarını görmezden gelmekte ve bu yönüyle de gerçek evrensellik ülküsüne ulaşamamaktadır. Zira mezkûr anlayış çerçevesinde değerlendirilen ve sadece oluştuğu dönem dikkate alınarak yorumlanan ilahî mesaj, yer yer tarihsel bağlamına hapsedilerek, evrensel ilkeler oluşturabilme imkânından mahrum bırakılmaktadır ki bu durum, Kur’ân’a tek yönlü ve eksik bir bakışın ifadesi olmaktan öteye geçememektedir.  




[1] Bakara, 185.
[2] Evrensellik ve genel olarak İslâm’ın ve Kur’ân’ın evrenselliği hakkında geniş bilgi için bk. Fethi Yeken, İdeolojilerin Çöküşü ve İslâm’ın Evrenselliği, Ravza Yay., İstanbul, 1998; Talip Özdeş, İslâm’ın Evrenselliği, Fecr Yay., Ankara, 2008; M. Fatih Kesler, Kur’ân-ı Kerîm’in Evrenselliği, Esra Yay., Konya, tsz.  
[3] Büyük İskender’in zafer ve istilalarıyla başlayan Antik Alem’de, Yunan etkisinin zirve olduğu dönemin adı. Bu dönemle ilgili geniş bilgi için bk. Thomas R. Martin, Eski Yunan: Tarihöncesinden Helenistik Çağ’a, Say Yay., Ankara, 2012.
[4] İbranî dilinde “midraş / מדרש”, Eski Ahit’in Aramî dilindeki tefsirlerine verilen addır.
[5] Hermenötik ile ilgili geniş bilgi için bk. Richarde E. Palmer, Hermenötik, çev. İbrahim Görener, Ağaç Kitabevi Yay., İstanbul, 2008; Gerard Bruns, Antik Hermenötik, çev. İhsan Durdu, Yeni Zamanlar Yay., İstanbul, 2001; Burhanettin Tatar, Felsefi Hermenötik ve Yazarın Niyeti, Vadi Yay., Ankara, 1999; Werner G. Jeanrond, Teolojik Hermenötik, çev. Emir Kuşçu, İz Yay., İstanbul, 2007.  

İNANAN GENCİN MANİFESTOSU*

Müslüman Gençler!

Biliniz ve bilirsiniz ki; sizdeki gençlik ebedî değil, bilakis gelip geçicidir! Hayatınız dahi öyledir. Ölüm denen davetsiz misafirin, hânenizi teşrîf saati ise bilinmezdir. Hem geldiğinde ona “Git!” demek ihtimâl dâhilinde bile değildir. Madem durum böyledir, o halde sizleri hâlâ gayr-ı meşrû dâirenin birer mensûbu olmaya sevkeden talihsiz âmil nedir? Neden fânî olan bir hayatın, yine fânî olan zevk ve istekleriyle üç-beş sene gençliğinize mukâbil ebedî bir hayatınızı, ademe inkılâp ile yok etmektesiniz? Ahsen-i takvîm veçhiyle ve Sırât-ı Mustakîm üzere yaşayarak, melekleri bile kendinize imrendirecek bir mertebeye ve tabiî A’lâ-yı İlliyyîn’e yükselebilecek kabiliyete mâlikken; esfel-i sâfilîn çukuruna yuvarlanmak sûretiyle, şeytânlara taş çıkaracak bir hâlin zavallı mümessillerine dâhil olmayı tercih etmeniz neye binâendir?
Unutmayın ki sizler de herkes gibi Yüce Yaradan’a kul olmak ve O (celle celâluh)’nun dînine hizmet etmek için yaratıldınız, nefsinizi ilâh edinip de ona tapınmak için değil! Nefisleriniz ve nefislerimiz her şeyden ednâ ve buna karşın vazîfelerimiz ise her şeyden a’lâ ve muallâdır. Sizleri, bizleri ve bütün insanlığı, vazîfelerimizin ağır yüküne rağmen sâhil-i selâmete çıkaracak olan şaşmaz düstûrlarımız vardır. Değersiz hayatımız; ancak bu değerler manzûmesine uymakla, değerler ötesi bir değer kazanacaktır:

1.      İlk olarak; yol haritamız, Allâh (celle celâluh)’ın kitabı Kur’ân’dır. Zira O; “Biz, Kur’ân’ı mü’minler için bir şifâ ve rahmet olarak indiriyoruz.[1] kelâmı mucibince bütün bir hastalıklarımızın şifâsı, “Şüphesiz ki bu Kur’ân, en doğru yola hidâyet eder.[2] âyet-i kerîmesinin şehâdetiyle de şaşmaz hidâyet rehberimizdir. Her işimizde ilk olarak O’na müracaatımız elzem, O’nun hükümlerine sıkı sıkıya bağlılığımızsa vazgeçilmez ödevimizdir. Îmânımızı aydınlatmada biricik meş’alemiz, kalbimizi doğrultmada yegâne mesnedimiz, sözümüzü düzeltmede en güzel cevherimiz, özümüzü yüceltmede en derin mektebimiz, gözümüzü sakınmada en şedît mürebbimiz, nefsimizi köreltmede en mühim mürşidimiz, yolumuzu bulmamızda manevî reçetemiz, ihânet kabul etmez meşrebimiz ve mezhebimiz Kur’ân’dır. O’nun ahlâkıyla ahlâklanmak ve O’nun va’zettiği ahkâma boyun eğmek mesleğimizdir. Müslüman hayatının merkezi, vahiy ve dolayısıyla da Kur’ân-ı Kerîm’dir.
2.      İkinci olarak; mürşidimiz, Rasûl-i Zîşân Efendimiz (aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm)’dir. Zira O (aleyhi ekmelu’t-tehâyâ); “Ümmîlere, içlerinden, kendilerine Allâh (celle celâluh)’ın âyetlerini okumak, onları temizlemek, onlara Kitâb’ı ve hikmeti öğretmek üzere gönderilen[3] bir peygamberdir. “Vahy-i ğayrı metluv / okunmayan vahiy” nâmı verilen sünnet-i seniyyelerine; ister kavlî (sözlü), ister fiilî ve isterse de takrîrî (kabule dayalı) olsun kayıtsız ve şartsız ittiba, en mühim vazifelerimizdendir. Çünkü O (sallallâhu aleyhi ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim), “Hevâdan konuşmayan[4] bir elçidir. Buna göre O (aleyhi’s-selâm)’nun emirlerinden yüz çevirmek yâhut da emirlerinden herhangi birine karşı kayıtsız kalmak söz konusu bile değildir. Nitekim Allâh (subhânehu ve teâlâ) böyle bir profil çizen yaratıklarına şu şekilde mukâbele etmektedir: Peygamberin emrine aykırı hareket edenler, başlarına büyük bir felâketin gelmesinden veya kendilerine çok acıklı bir azâbın isâbet etmesinden sakınsınlar![5] Bu noktada temel iki kaynağımız olan Kur’ân ve Sahîh Sünnet karşısındaki duruşumuz, ancak “İşittik ve itâat ettik![6] söz ve ikrârıdır. Bundan başkaca bir tavrın mümessili olmak, biz samimî mü’min ve müslimler için muhaldir!
3.      Üçüncü olarak; zulmetlere boğulmuş dünyamızı nûra kalbedecek olan yegâne meş’alemiz îmânımızdır. Îmân; en âli bir mertebe, en sâdık bir dost ve en hayatî bir mesele olarak karşımızda durmaktadır. Denilebilir ki îmân; en açılmaz kapılar için sihirli bir anahtar, en onulmaz yaralar için büyülü bir merhem, en unutulmaz acılar için tılsımlı bir tesellî, insî ve cinnî en kavî düşmanları ve kan yiyen canavarları yere sermede tesîrli bir silah, günah çöllerinin susamış sîneleri için kanılmaz bir âb-ı hayat ve “yitirilmiş cennetler”e vâsıl olmada en büyük bir vesîle-i mübârekedir. Ona sahip olan, hiçbir şey kaybetmemiş; ona mâlik bulunmayan ise her şeyini kaybedivermiştir. Îmânın nûr ve ziyâsıyla yolunu aydınlatan her bir sâlik için Kur’ân’ın muştusu ise şu mübârek elfâz olmuştur: “Gerçek şu ki mü’minler kurtuluşa ermişlerdir.[7]

4.      Dördüncü olarak;hakîkat yolunda en mühim araçlarımızdan biri de “akl-ı selîm”dir. Fikren olgunlaşmak ve yaratılışın sırrını kavramak için “tezekkür, tedebbür, teakkul, tefekkuh ve tefekkür” kadrosunu canlı tutmak, seyr-i sülûk-i rabbânîde kat edeceğimiz en mühim merhalelerdendir. Bütün bir düşünme eylemimiz içinde, her biri ayrı bir değeri ifade eden bu anahtar sözcükler, kemâlâtımızın azîz nişanlarıdır. Bizler; tezekkür ile mâzîmizi (geçmiş), tedebbür ile âtimizi (gelecek), teakkul ile geçmiş ve gelecek mefhûmlarımız arasındaki bağı, tefakkuh ile bütün bu zaman dilimlerimiz arasındaki bağdan yola çıkarak hâl (şimdi) ile ilgili neticeler çıkarmadaki melekemizi ve nihâyet tefekkür ile de düşünce sistemimize ait olan bütün bu süreçleri, sağlıklı bir biçimde inşâ etmek ve düşünce ufkumuzun bembeyaz dantelalarını örmekle mükellefiz. Bununla birlikte biz, düşünme eylemimizi, “Cogito ergo sum! / Düşünüyorum öyleyse varım!” gibi bir ilkeden hareketle “varlığımızın merkezi”ne koymaz; bunun aksine “Credo ergo sum​​! / İnanıyorum öyleyse varım!” ilkesinden hareketle, varlığımızın yegâne sebebi olan îmân (ya da kulluk) vazîfemizin merkezde olduğu bir hayat sistemi içerisinde, onu lâyık olduğu yere konumlandırırız. Yettiği yere kadar kullanacağımız bu “düşünme” aracı akıl, “varlığın metafizik boyutu”nda yerini bir başka araca, yani kalbe bırakabilmek durumundadır.
5.      Beşinci olarak; hakîkati keşf yolculuğumuzda bir diğer yoldaşımız “kalb-i selîm”dir. Kalp, “Yeryüzü ve gökler Beni içine almaktan âciz kaldı. Lâkin Ben, yumuşak huylu, halim-selim bir mü’min kulumun kalbine sığdım.” müteşâbih hadîs-i kudsîsinin ifade buyurduğu üzere mekândan münezzeh olan En Yüce (subhâneh)’nin biricik tecellîgâhıdır. Orası hubb-i dünya, makam, şan, şehvet, mal hırsı ve bu gibi tûl-i emel ve kerîh eşyânın zelîl mevkîi değildir. O; azîzdir, mukaddestir, fıtratın ve vicdânın Kâbe’sidir. Bu Kâbe’nin tavafı, her zaman dilimi için elzemdir. İnsan denen sefîl varlığı, Müteâl’in huzuruna çıkaran îman cevherini parlatan yegâne cilâ kalb-i selîmdir. İşte bu yüzdendir ki akl-ı selîm ile yolunu bulan her bir sâlik, Hz. Mevlânâ’nın da vecîz bir vech ile ifade ettikleri gibi “aklı satıp kalp satın almak” durumundadır.     

Bütün bunlardan sonra bil ki varacağın yer kemâlâtın zirvesidir. Kur’ân’ın nûru ve firâsetiyle asra bakan gözlerin, sahîh sünnetin gözlükleriyle uzakları yakın eden basîretin, îmanın ziyâsıyla karanlıkları yarıp yok eden meş’alen, akl-ı selîm ve kalb-i selîmle yoğrulan vicdânın, seni öteler ötesine takrîb edecek ve sen “Hazret-i İnsan” olma şerefiyle “Yitirilmiş Cennetler”e vâsıl olmuş en muhterem bir bahtiyâr olacaksın.
Bu azîz yolculuğunda, insanoğlundan kalpleri mühürlenmiş ve bahtiyârlar kervanının birer mensûbu olmak yerine, bu kervanın muhâlifleri arasında durmayı tercih ederek  bahtsızlar dalgasının seline kapılıp gitmiş; Müteâl ve yegâne varlığın takdir buyurduğu hayat serüvenini, Sırât-ı Mustakîm’de ilerleyerek nihâyete erdirmek yerine, yer yer kendi irâde-i cüz’iyyelerini esas hareket noktası kabul edecek kadar düşebilmiş kimselerden uzak durmak borcundasın. Zira fıtratlarından ferâgat ederek sapkınlaşan bu vicdân yoksunu kimseler, zaman içinde oluşturdukları mit ve efsânelerle yahut da bilim kisvesi altına gizledikleri lâf u güzâflarla zihinler karıştırır ve kalpler bulandırırlar. Bunun neticesinde ise doğruları çarpıtan bulanık bakışlar, hakîkati işitmeyen mühürlü kulaklar; tefekkür, tezekkür ve tedebbür yoksunu dimâğlar ve hayra muhâlif lâkırdılar telaffuz eden kirli dudaklar başını alıp gider.
Sen; bu duruşunla, dikkatli ve seçici okuyuşunla, derin anlayışınla asrı İslâm’ın gerektirdiği şekliyle önce kendi beninde sonra ise bütün ümmetin vahdetinde imar ve inşâ edeceksin!
Hadi yürü, yolun açık olsun!
  




* Ur Dergisi’nde yayımlanmıştır.
[1] İsrâ Sûresi, 17/82.
[2] İsrâ Sûresi, 17/9.
[3] Cumu’a Sûresi, 62/2.
[4] Necm Sûresi, 53/3.
[5] Nûr Sûresi, 24/63.
[6] Nûr Sûresi, 24/51.
[7] Mü’minûn Sûresi, 23/1.