Özet:
Kur’ân ilimleri
içerisinde çok önemli bir yere sahip olan Tecvîd ve Kırâat bilimleri,
Kur’ân-ı Kerîm’in orijinal seslendiriliş özelliklerini günümüze kadar muhafaza
eden iki önemli disiplin olarak karşımıza çıkar. Bu iki ilimden özellikle de
ilki, Kur’ân seslerinin eklemleme noktalarını ve eklemleme
biçimlerini en ince detaylarına kadar araştırması yönüyle Fonetik biliminin
“Söyleyiş Sesbilgisi” dalıyla çok ciddi bir benzerlik arz eder.
Anahtar Kelimeler: Tecvîd,
Kırâat, Fonetik, Mahreç, Sıfat, Ses.
Abstract:
New Analysis of the
Pronunciation of the “al-Meem al-Saakinah” in the Quranic
Phonetics
Tajwid
and Qira'at which hold a very important place amongst the sciences of the
Qur'an, played a major role in preserving the original recitation rules of the
Noble Qur'an till this very day. Tajwid especially, with its meticulous
regard to the finest details of the points and manners of articulation of the
Qur'anic sounds, shows similarity to the science of articulatory phonetics.
In this study, one of
the Qur'anic sounds “al-Meem al-Saakinah” (the unvowelled meem) will be
analyzed in the framework of classical Tajwid and Qira'at
literature that comprise the systematic of Qur'anic phonetics and also
assessments of the forms of contemporary pronunciations of this sound will be
given.
Key Words: Tajwid,
Qira'at, Phonetics, Point of Articulation, Manner of Articulation, Sound.
GİRİŞ
Çağdaş
dilbilimin alt dallarından birini oluşturan Fonetik bilimi (Alm. phonetik,
lautlehre; Fr. phonétique; İng. phonetics), Standart
Türkiye Türkçesi (STT)’nde daha çok “Sesbilgisi” terimiyle
karşılanır. Modern Standart Arapça (MSA)’da ise fonetik kelimesi için çoğunlukla
“ilmu’l-esvât” tabiri kullanılmakla birlikte ayrıca “ilmu’l-esvâti’l-luğaviyye”,
“ilmu’l-esvâti’l-luğavî” ve “ilmu’s-savtiyyât” gibi ifadeler de
kullanılır.
Fonetik, dilbilimciler
tarafından, dili oluşturan sesleri ele alan bir bilim olarak tanımlanır.[1]
Buna göre mezkûr bilim; Fonoloji’den farklı olmak üzere, herhangi bir dili
oluşturan görevli-görevsiz bütün ses elemanlarını, eklemleme
noktaları (Ar. mehâric; İng. points of articulation) ve eklemleme
biçimleri (Ar. sifât; İng. manners of articulation) açısından
detaylı bir değerlendirmeye tâbi tutar.
Günümüzde yeryüzünde
konuşulmakta olan dillere ait sesler, gelişen teknolojiyle birlikte artık gelişmiş
sesbilim laboratuvarlarında; kimograf (kymograph), osilograf
(oscillograph) ve spektrograf (spectrograph) adı verilen hassas cihazlar
aracılığıyla, ayrıntılı bir şekilde incelenebilmektedir. Bu analizler
neticesinde, dünya dillerinde bulunan sesler kayıt altına alınmış ve Uluslararası
Sesbilim Birliği[2]
(IPA) tarafından “The International Phonetic Alphabet / Uluslararası Fonetik
Alfabesi” adı verilen bir yazı dizgesi oluşturulmuştur.
Muasır
dilbilimcilerin genel kabulüne göre, en eski dil çalışmaları kadîm Hint ile
başlar.[3]
Hint-Avrupa Dil Ailesi’nin Hint-İran Kolu’na bağlı en eski belgeli dili
olan ve bugün kullanılmaması dolayısıyla da ölü dillerden biri olarak kabul
edilen Sanskritçe, M.Ö. V. yüzyılda yapılmaya başlanan dil çalışmalarını, bu
dilde yazılı bulunan Brahman Vedaları’na borçludur. Zira ilk dönem Hint
bilginlerini Sanskritçenin yapısını araştırıp kayıt altına almaya iten en
önemli sebep, bu dinî metinlerin orijinal dokularının zamanın tahrîf edici
özelliği karşısında bozulup gitmesini engellemektir.
Brahman
dilcilerin, Veda metinlerinin orijinal dillerini muhafazaya yönelik bu
kaygılarına benzer olmak üzere, ilk dönem İslâm âlimleri de Kur’ân-ı Kerîm’in
otantik yapısını her türlü tahrîf ve tebdîle karşı koruyabilmek için, Kur’ân
dili olan Arapçanın kaidelerini belli bir sistematiğe oturtmak gayesiyle
kolları sıvamış ve Hicrî I. [M. VII.] asrın sonlarında başlattıkları dilbilim
çalışmalarını Hicrî V. [M. XI.] asırdan itibaren mükemmel bir seviyeye ulaştırmışlardır.
Arap
dünyasında, Söyleyiş Sesbilgisi (Ar. ilmu’l-esvâti’n-nutkî; İng. articulatory
phonetics)’ne yönelik ilk teşebbüsler, Hicrî II. [M. VIII.] ve III. [M. IX.]
yüzyıllara tekabül eder. Bu dönemlerde Arap dili seslerinin teşekkül noktaları
ve bu sesler teşekkül ederken onlara ait olduğu gözlemlenen çeşitli özellikler,
el-Halîl b. Ahmed el-Ferâhîdî (öl. 175/791)’nin “Kitâbu’l-‘Ayn”, Sîbeveyh
(öl. 180/796)’in “el-Kitâb” ve el-Muberred (öl. 285/898)’in “el-Muktedab”
adını taşıyan meşhur eserlerinde detaylı bir şekilde incelenmiş ve izah
edilmiştir.
Hicrî
V. [M. XI.] yüzyıldan itibaren ise, Klâsik Arapça (CA)’nın Söyleyiş
Sesbilgisi’ne yönelik en ciddi çalışmalar, Tecvîd ve Kırâat ilimleri
etrafında şekillenmiş ve Fonetik bilimi, köklü Tecvîd
literatürünün bir cüzü hâline getirilmiştir. Bu dönemde Klâsik Arapçada
bulunan aslî ve fer’î sesler üzerine geniş kapsamlı eserler telif
edilmiş ve bu eserler, müteakip asırlarda kaleme alınan benzerleri tarafından kaynak
olarak kullanılmıştır.
Kur’ân seslerinin
telaffuz keyfiyetleri konusunda muhtelif dönemlerde kaleme alınan en önemli
eserler arasında özellikle Mekkî b. Ebî Tâlib el-Kaysî (öl. 437/1045)’nin “er-Ri‘âye li-Tecvîdi’l-Kirâ’e ve Tahkîku
Lafzi’t-Tilâve” adlı eseri, Ebû ‘Amr ed-Dânî (öl. 444/1052)’nin “et-Tahdîd
fi'l-İtkâni ve't-Tecvîd” adlı eseri, ‘Abdulvehhâb b. Muhammed el-Kurtubî (öl.
463/1070)’nin “el-Mûdih fi’t-Tecvîd” adlı eseri, İbnu’t-Tahhân es-Sumâtî (öl. 561/1165)’nin “el-İnbâ fî Tecvîdi’l-Kur’ân” adlı eseri, İbnu’l-Cezerî
(öl. 833/1429)’nin “et-Temhîd
fî ‘İlmi’t-Tecvîd” adlı
eseri ve ‘Alî en-Nûrî es-Safâkusî (öl. 1118/1706)’nin “Tenbîhu’l-Ğâfilîn ve
İrşâdu’l-Câhilîn” adlı eseri anılmaya değerdir.
Bu incelemede, muhtelif kaynaklar çerçevesinde Kur’ân fonetiğinin en
önemli konularından birini oluşturan “sâkin mîm” mevzuuna yer verilecek ve
günümüzde bu sesin telaffuzunda meydana gelen birtakım fonetikal hatalar
gündeme getirilerek çözüm önerileri sunulacaktır.
1. Mîm Sesi’nin Eklemleme Noktası
(Mahreci)
Modern dilbilimde “yazaç”
ve “ses” kavramları farklı anlamlar ihtiva eder: Yazaç (Ar. harf;
İng. letter) kavramı, herhangi bir alfabeyi oluşturan ve bir ses ya da
ses öbeğini göstermek üzere kullanılan yazı sembolü; ses (Ar. savt;
İng. sound) ise, işitsel bir yapıya sahip olması yönüyle, akciğerlerden
dışarı doğru cereyan eden havanın etkisi sonucu, sesleme organlarında meydana
gelen titreşim olarak kabul edilir. Buna karşın klâsik kaynaklarda geçen “harf”
sözcüğüyle hem “ses”, hem de bu sesin yazıdaki karşılığı olan “sembol”
kastedilir.
Fasîh Arapçada toplam
35 adet ses bulunduğu tespit edilmiştir.[4]
Fakat bu seslerden aslî olan 28 tanesinin harf sembolleri bulunurken[5],
yine bir aslî ses olan Hemze’nin ve geriye kalan diğer 6 fer’î
sesin kendilerine has herhangi bir harf karşılıkları yoktur. İster aslî,
isterse fer’î olsun bahsi edilen bu 35 sesten 34 tanesi, Kur’ân
kıraatleri arasında yer alabilmişse de /ʃ/ ve /dз/ (yani
/ش/ - /ج/)
seslerinin birleşiminden oluşan fer’î ses,[6]
mütevâtir on kıraatin hiçbirinde yer alamamıştır.
Herhangi bir dile ait
olan bütün sesler, çeşitli ses organları (Ar. e‘dâ’u’n-nutk; İng.
organs of speech) aracılığıyla teşekkül eder. Seslerin vücut buldukları
yer için eski kaynaklar “mehâricu’l-hurûf” terimini kullansalar da günümüz
dilbilim verileri ışığında bu terimi “mehâricu’l-esvât” olarak düzeltmek,
“ses / savt” ve “yazaç / harf” kavramları arasındaki fark dikkate alındığında
çok daha yerinde olacaktır.
Klâsik ve modern
Arapçanın aslî seslerinden biri olarak kabul edilen /m/, bilabial,
yani çiftdudaksıl bir konsonant (ünsüz)’tır. el-Halîl b. Ahmed
el-Ferâhîdî[7] (öl.
175/791), Sîbeveyh[8] (öl.
180/796), Ebu’l-‘Abbâs Ahmed b. ‘Ammâr el-Mehdevî[9]
(öl. 440/1048), Ebû ‘Amr ed-Dânî[10]
(öl. 444/1052) ve ‘Alî
en-Nûrî es-Safâkusî[11]
(öl. 1118/1706)’ye göre bu sesin çıkağı (mahreci) “beyne’ş-şefeteyn”
yani iki dudağın arası; Mekkî b. Ebî Tâlib el-Kaysî[12]
(öl. 437/1045) ve İbnu’l-Cezerî[13]
(öl. 833/1429)’ye
göreyse “eş-şefetân” yani dudaklardır. Her iki kabule göre de mezkûr
ses, alt ve üst iki dudağın birbirine temas ettirilmesi neticesinde teşekkül
eden nasal (ğunneli[14]
/ genizsil) bir konsonanttır.
‘Alî en-Nûrî es-Safâkusî, /m/
sesinin çıkarılışı esnasında dudakların birbirine kapanması gerektiğini vurgular.[15]
Bu da mezkûr sesin kapantılı (ing. occlusive, stop) bir ünsüz
olduğunu gösterir. İbn Sînâ (öl. 428/1036) ise kapantılı olan bu sesin teşekkülü
esnasında, akciğerlerden gelen havanın tamamının dudaklarda hapsedilmediğini,
bir kısmının burada, diğer bir kısmınınsa geniz boşluğu (Ar. tecvîfu’l-enf;
İng. nasal cavity) bölgesinde hapsedildiğini öne sürer.[16]
Bu ifadelerden /m/ sesinin oluşumunda, ciğerlerden gelen havanın dudaklarda olduğu
gibi geniz boşluğu bölgesinde de tam bir kapantıya uğradığı ve hiç sızmadığı
anlaşılmamalıdır. Zira /m/’nin telaffuz edilişi sırasında havanın hem
dudaklarda, hem de geniz yolunda tam bir kapantıya uğraması ve hiç sızmaması,
onun teşekkülünü imkânsız kılacaktır.
2. Mîm Sesi’nin Eklemleme
Biçimleri (Sıfatları)
Bir dilde bulunan
seslerin tamamı, farklı mahreçler aracılığıyla teşekkül etmeyip bunlardan bazıları,
aynı mahreç bölgesine istinat eder. Hâl böyle olunca da eklemleme noktaları
aynı olan sesleri, birbirlerinden ayırt etmek üzere, bu seslerin karakteristik
yapılarını oluşturan birtakım nitelikler devreye girer. Seslere ait olan bu
niteliklerin tümünü birden karşılamak için de Arapçada “sifât”,
İngilizcede “manners of articulation”, Türkçede ise “eklemleme
biçimleri” terimi kullanılır.
Bir Arap dili konsonu
olarak /m/ sesi, mahreçtaşı olan /b/ ve /w/ sesleriyle, sıfatları açısından
bazı noktalarda müştereklik arz ederken, diğer bazı yönleriyle de bu seslerden
ayrılır. Arapça /m/ sesinin /b/ ve /w/ sesleriyle olan benzer ve farklı bazı sıfatları,
klâsik kaynaklar çerçevesinde şu şekilde özetlenebilir:
a. Müşterek
Sıfatlar
- Kur’ân
Arapçası’nda bulunan /m/, /b/ ve /w/
seslerinin tümünde istifâle (lowered) sıfatı vardır.[17]
Bu sıfatın zıddı isti‘lâ (elevated)’dır. İstifâle sıfatına
sahip olan sesler telaffuz edilirken dil, üst damağa doğru yükseltilmeyip[18]
yuvasında kalır. İsti‘lâ sıfatına sahip olan seslerde ise dil, üst
damağa doğru yükseltilir.[19]
Aynı mahrece istinat eden /m/, /b/ ve /w/ sesleri telaffuz edilirken bu
seslerde bulunan istifâle sıfatı dolayısıyla dilin üst damağa doğru
yükseltilmeyip yuvasında bırakılması gerekmektedir.
- Bu üç sesin
tümünde cehr (voiced) sıfatı vardır.[20]
Bu sıfatın zıddı hems (voiceless)’tir. Klâsik literatürde cehr
kavramıyla, bu sıfata sahip olan seslerin oluşumu esnasında akciğerlerden
gelen havanın -sesin mahrece istinadının kuvvetli olması sebebiyle-
hapsedilip akmaması[21]
kastedilir. Modern dilbilimde ise cehr ifadesiyle sesin
“ötümlü/titreşimli”, hems ifadesiyle de “ötümsüz/titreşimsiz” oluşu
kastedilir. /m/, /b/ ve /w/ sesleri telaffuz edilirken ses telleri
(Ar. el-evtâru’s-savtiyye; İng. vocal
cords) titreşim hâlinde olduğu için bu seslerin üçü de ötümlüdür.
- Bu seslerde
mevcut olan diğer müşterek bir sıfat da infitâh (opened)’tır.[22]
Bu sıfatın zıddı itbâk (closed)’tır. Eski kaynaklarda infitâh sözcüğüyle,
dilin orta kısmı ve üst damağın aralarının kapanmaması, dolayısıyla da mezkûr
sıfata sahip olan sesin telaffuz edilişi sırasında havanın hapsolunmayıp
akması[23]
kastedilir. Bu durumun aksini ifade etmek üzere de -sesin kapantılı oluşuna
atfen- itbâk sözcüğü kullanılır. Modern dilbilimde ise herhangi bir
ses, ses yolunda hapsediliyorsa, o ses kapantılı (occlusive, stop)
olarak tanımlanır. Bu durumda /m/ ve /b/ sesleri telaffuz edilirken
dudaklarda tam bir kapantıya uğradıklarından kapantılı olarak
değerlendirilirler. Mukayesesini yaptığımız seslerden /w/ ise, ses yolunda
herhangi bir kapantıya uğramadan çıkarıldığından kapantılı
değildir. Bir bakıma dudakların öne doğru uzatılması ve
yuvarlaklaştırılmasıyla oluşan /w/, çiftdudaksıl (bilabial) bir ses
olup günümüzde yarıünlü (semi-vowel, glide) olarak[24]
kabul edilmektedir.
- Kur’ân Arapçası’nda bulunan /m/,
/b/ ve /w/ seslerinin tümünde terkîk sıfatı vardır.[25]
Bahsi edilen sıfatın zıddı eski-yeni bütün kaynaklarda tefhîm
olarak geçer.[26]
Terkîk sıfatına sahip olan sesler incedirler ve bu seslerin
telaffuzlarında kalınlık söz konusu değildir.
b. Muhtelif
Sıfatlar
- Kur’ân
Arapçası’nda bulunan /m/ sesinde ğunne
(nasalization) sıfatı[27]
varken /b/ ve /w/ seslerinde bu sıfat bulunmamaktadır. Buna göre /m/ sesi
çıkarılırken geniz yolu açık, /b/ ve /w/ sesleri çıkarılırkense kapalıdır.
- Sözü edilen
seslerden /b/’de kalkale (explosive) sıfatı varken[28]
/m/ ve /w/ seslerinde bu sıfat yoktur. Bu sıfata göre /b/ sesinin
telaffuzu esnasında hava cereyanı, dudaklarda tam ve şiddetli bir
kapantıya uğrar ve dudakların birden açılmasıyla da patlamalı bir
ses meydana gelir. Aynı durum /m/ ve /w/ konsonları için geçerli değildir.
- Bu üç
sesten /b/’de şiddet[29]
(strength), /w/’de rihvet[30]
(softness), /m/’de ise beyniyye[31]
sıfatı mevcuttur. Karşılaştırmasını yaptığımız seslerden /b/ şiddetli
ve kuvvetli, /w/ ise şiddetsiz ve yumuşak bir sestir.
Mezkûr seslerden /m/ ise, şiddetli ve yumuşak bir ses
olmayıp bu ikisi mâbeyninde mutavassıt bir özellik arz eder.[32]
- Klâsik
kaynaklarda belirtildiğine göre /m/ ve /b/ seslerinde izlâk, /w/
sesinde ise ismât sıfatı bulunmaktadır.[33]
Buna göre /m/ ve /b/ sesleri, bünyelerinde bulunan izlâk sıfatı
dolayısıyla seri olarak telaffuz edilmelidirler. Aynı durum /w/ sesi için
geçerli değildir.
Buraya kadar mukayesesini
yaptığımız seslerden konumuzu oluşturan /m/ sesi için belirlenen sıfatların
isimleri şöyledir: cehr, istifâle, infitâh, ğunne, beyniyye,
terkîk ve izlâk. Bütün bu bilgiler çerçevesinde /m/ sesini şu
şekilde resimlendirebiliriz:
Yukarıdaki
şekilde /m/ sesinin telaffuz edilişi esnasında ses organlarının nasıl bir
şekil aldığı gösterilmektedir. Buna göre mezkûr ses teşekkül ederken: I.
Dudaklar birbirine sıkıca kapanır. II. Dişler birbirine temas
ettirilmez. III. Dil, yuvasında bırakılarak dil ucu herhangi bir
noktaya değdirilmez. IV. Geniz yolu açıktır. V. Ses
telleri titreşim hâlindedir. Bütün bu özellikler; herhangi bir değişim, dönüşüm
ve benzeşime uğramamış olan aslî /m/ sesine aittir. İhfâ eşliğinde
icra edilen fer’î /m/ sesinde ise, daha önce sözü edilen özelliklerden
bazıları birtakım değişiklikler arz edecektir.
3. Klâsik Kırâat ve Tecvîd Literatürlerinde
“Sâkin Mîm” İçin Belirlenen Hükümler
Klâsik
kaynaklarda “sâkin mîm” için üç hükümden söz edilir. Bu hükümler idğâm, izhâr
ve ihfâ’dır.[34]
İklâb ise esasen “sâkin nûn” için geçerlidir.[35]
Buna karşın bu ses hadisesi gerçekleştirilirken sâkin nûn’un sâkin
mîm’e dönüştürülüyor olması, iklâb kavramını da bu başlık altında
incelememizi gerekli kılmaktadır. Zira uygulanış yönüyle iklâb ve ihfâ-i
şefevî arasında hiçbir fark bulunmamaktadır.
3.1. İdğâm / الإدغام
(Assimilation)
İdğâm
( إدغام ) kelimesi, Arapça bir kelime olup ( م - غ
- د ) üçlü fiil kökünden if‘âl formunda
türetilmiş bir mastardır. Bu kelime lugatte “bir sesi diğer bir sese katmak”
anlamına gelir.[36]
Istılahî olarak da “aralarında temâsul, tecânus ya da tekârub
bulunan iki sesten birincisinin diğerine katılarak okunması” manâsını ihtiva
eder.[37]
Burada temâsul’den kasıt, iki sesin mahreç ve sıfatları bakımından denk;
tecânus’ten kasıt, iki sesin mahreçleri bakımından denk, sıfatları
bakımından ayrı; tekârub’den kasıt ise, iki sesin mahreç veya sıfatları
bakımından yakın olmalarıdır.[38]
İdğâm
da tıpkı diğer birçok tecvîd uygulamasında olduğu gibi dilde ve telaffuzda kolaylık
sağlamaya yöneliktir. Zira idğâm’da ses aygıtları, mutemâsil, mutecânis
ve mutekârib iki sesin mahreci için ayrı ayrı çalışmak yerine tek bir sesin
mahrecine yönelmektedir.
Birbirine
idğâm edilen iki sesten birincisine mudğam ( مدغم ), ikincisine ise mudğamun fîh ( مدغم فيه ) adı verilir. İdğâm’ın unsurları
olarak kabul edilen bu iki terimden mudğam “idğâm edilen”, mudğamun
fîh ise “kendisinde idğâm gerçekleştirilen” anlamını ifade eder.[39]
Sâkin
mîm’in kendisinden sonra gelen herhangi bir sese idğâm edilişiyle
ilgili hükümler şu şekildedir:
- Sâkin
mîm’in kendisinden sonra gelen “muteharrik
(harekeli) bir mîm” sesine idğâmı vâciptir. Zira bütün kıraat
imamları, sâkin bir sesten sonra o sesin denginin gelmesi durumunda, bu
seslerin birincisinin ikincisine idğâmı üzerinde ittifâk
etmişlerdir.[40]
Daha önce idğâm kelimesini tarif ederken de söylediğimiz gibi iki ses
arasındaki temâsul olgusu, idğâm hadisesinin gerçekleşmesi
için yeterli bir sebeptir. Bu ses olayı [idğâm-i şefevî] şu şekilde
gerçekleşir: عليهـمْ مُـؤصدة
→ عليهـم مُّـؤصدة
→ عليهـمُّـؤصدة
- Bazı klâsik
kaynaklarda, aslen idğâm ile hiçbir ilgisi olmamasına rağmen /b/
sesinden önce gelen muteharrik mîm’in sâkinleştirilerek ihfâ
eşliğinde okunması konusu da idğâm başlığı altında incelenmiştir. ‘Abdulvâhid
el-Mâlikî (öl. 705/1305) gibi bazı âlimlerse, daha isabetli bir davranışla,
sözü edilen konuyu “Mîm’in Bâ’da İhfâ’ı” başlığı[41]
altında incelemeyi tercih etmişlerdir. İmâm Ebû ‘Amr (öl. 154/771)’a göre
harekeli /m/ sesinden sonra /b/ sesinin gelmesi durumunda /m/ sesi
sâkinleştirilerek ihfâ edilir. Kur’ân-ı Kerîm’de bu gibi yerlerin
sayısı 79 olarak[42]
tespit edilmiştir. Bu ses olayı [ihfâ-i şefevî] şu şekilde gerçekleşir: يحكـمُ بَـينهم
→ يحكـمْ بَـينهم
→ يحكـم بَـينهم
3.2. İzhâr / الإظهار
(Dissimilation)
İzhâr
( إظهار ) kelimesi, Arapça
bir kelime olup ( ر - ه - ظ ) üçlü fiil kökünden if‘âl
formunda türetilmiş bir mastardır. Bu kelime lugatte “bir nesneyi ayân-beyân
etmek ve âşikâr kılmak” anlamına gelir.[43]
Bir tecvîd terimi olarak da “iki sesin arasını uzaklaştırarak birbirinden
ayırmak” manâsını ihtiva eder.[44]
Dilde aslolan izhâr olup[45]
idğâm, ihfâ ve iklâb gibi uygulamalar furû’âttandır. İzhâr
uygulamasının izhâr-i şefevî, izhâr-i halkî, izhâr-i kamerî
ve izhâr-i iztirârî gibi muhtelif çeşitleri vardır. Bu ses olayının bizi ilgilendiren kısmı ise, izhâr-i
şefevî’dir. Zira izhâr-i şefevî terimi ile /m/ sesinin dudaklarda izhâr
edilmesi kastedilir.
Sâkin mîm’in
kendisinden sonra gelen herhangi bir sesten önce izhâr edilişiyle ilgili
hüküm şu şekildedir:
- Sâkin /m/
sesinden sonra, /m/ ve /b/ seslerinin dışında kalan herhangi bir sesin
gelmesi durumunda bu /m/ sesi izhâr ile okunur.[46]
Bu sesler, The International Phonetic Alphabet (IPA)’e göre şu
şekildedir: /ʔ/,
/t/, /θ/, /dз/,
/ħ/, /χ/,
/d/, /ð/, /r/,
/z/, /s/, /ʃ/, /sˁ/, /dˁ/, /tˁ/,
/ðˁ/, /ʕ/, /ɣ/,
/f/, /q/, /k/, /l/, /n/, /w/, /h/ ve /j/. Sâkin /m/ sesi, bütün bu
seslerin öncesinde açık bir şekilde ve herhangi bir dönüşüm, değişim
ya da benzeşime uğramaksızın telaffuz edilir. Fakat bu seslerden
özellikle de /f/ ve /w/ seslerinin öncesinde meydana gelen izhâr
olayı, mezkûr seslerin /m/ sesiyle olan mahreç yakınlıkları dolayısıyla
diğerlerine nazaran daha şiddetlidir.[47]
Günümüzde birçok kâri’in okuyuşunda sâkin /m/ sesinin /f/ ve /w/ sesleri
öncesinde yeterince dikkatli telaffuz ediliyor olmaması, /m/ sesinin idğâm
ya da ihfâ
cinsinden okunmasına yol açmaktadır ki bu, fonetikal bir hatadır.
3.3. İhfâ / الإخفاء
(Hiding & Nasalization)
Arapçada ihfâ,
yalnızca sâkin /m/ ve /n/ sesleri için geçerli bir uygulamadır.[50]
İhfâ’nın icrasında geniz yolu tamamen açık olduğu için /m/ ve /n/
seslerinin teşekkülü sırasında ğunne adı verilen bir ses hadisesi
meydana gelir. Ğunne, sesin genizsileştirilmesi (nasalization) anlamını
ifade ederken ihfâ da bu genizsileştirme esnasında sesin gizlenmesini
ifade eder. Burada sesin gizlenmesinden kastedilen şey ise, o sesin, ya tamamen
ve yahut da kısmen yok edilmesi, bununla birlikte söz konusu sese ait olan ğunne
sıfatının baki bırakılmasıdır. Mezkûr seslerden /n/, ihfâ ile
okunduğunda zâtı tamamen yok edilirken /m/ sesi aynı uygulama sırasında kısmen
yok edilir.[51] Zira
/m/ sesinin tamamen yok edilmesi, onun /n/ sesiyle arasındaki farkı ortadan
kaldıracak ve bu iki sesin birbirine karıştırılmasına sebep olacaktır.
Kıraat âlimlerinin bir
kısmı, sâkin bir /m/ sesinden sonra /b/ sesinin bulunması durumunda ihfâ
uygulamasını gündeme getirmiş, fakat bu durumun aksini iddia edenler de
olmuştur. Kıraat bilginleri arasındaki bu tartışmanın klâsik kaynaklara
yansıyan yönü ise şu şekildedir:
- Ebû ‘Amr
ed-Dânî (öl. 444/981)’nin tercihine göre sâkin /m/ sesinden sonra /b/
sesinin gelmesi durumunda bu /m/ sesi ihfâ ile okunur.[52]
Ayrıca İbn Mucâhid (öl. 324/936) ile birlikte ehl-i edâdan Mısır, Şâm,
Endülüs ve diğer bazı batı beldelerinde bulunan birçok kıraat âlimi de bu
görüşü benimsemiştir.[53]
Bu ses değişimi [ihfâ-i şefevî] şu şekilde gerçekleştirilir: هـمْ بَـارزون
→
هـم بَـارزون
- Mekkî b.
Ebî Tâlib el-Kaysî (öl. 437/1045)’nin
tercihine göre ise, sâkin /m/ sesinden sonra /b/ sesinin gelmesi durumunda
bu /m/ sesi izhâr ile okunur.[54]
Ayrıca Ebu’l-Hasen Ahmed b. el-Munâdî ile birlikte ehl-i edâdan Irak ve
diğer bazı doğu beldelerinde bulunan birtakım kıraat bilginleri de bu
görüşü savunmuşlardır.[55]
Hatta bu görüşü savunanlardan biri olan Ahmed b. Ya‘kûb et-Tâ’ib, bu
konuda kurrânın icmâ ettiğini bile söylemiştir.[56]
Bu ses olayı [izhâr-i şefevî] şu şekilde gerçekleştirilmiş olur: هـمْ بَـارزون
↔ هـمْ بَـارزون
Kıraat ilminin en
önemli otoritesi olarak kabul edilen İbnu’l-Cezerî (öl. 833/1429), en-Neşr fi’l-Kırâ’âti’l-‘Aşr adlı kıymetli eserinde,
yukarıdaki ihtilâfları tek tek belirttikten sonra şu sonuca varır: “Bu
görüşlerin her ikisi de sahîh olup ikisinden biri tercih edilebilir. Ancak iklâb’da
[/m/’nin] ihfâ edilişi üzerinde icmâ olması sebebiyle ihfâ [vechi]
evlâdır!”.[57]
Prof. Dr. Muhammed Hasen
Cebel, /b/ sesinden önceki sâkin /m/ sesinin izhâr edilip ihfâ ile
okunmaması üzerinde kurrânın çoğunluğunun ittifak ettiğini[58]
söylüyorsa da bu görüş, isabetli bir görüş değildir. Zira konu üzerinde
ayrıntılı bir araştırma yapan Prof. Dr. Ğânim
Kaddûrî el-Hamed ve Prof. Dr. İbrâhîm Enîs (1906-1978)’in de belirttikleri gibi
ulemânın çoğunluğu, bahsedilen şartları hâiz olan /m/ sesinin ihfâsı
üzerinde birleşmişlerdir.[59]
Zaten günümüzde de meşhur kurrâ tarafından ihfâ vechi tercih edilmekte
ve bu vecih uygulanmaktadır. Bununla birlikte izhâr vechinin sıhhati de
ortadadır.
3.4. İklâb / الإقلاب
(Conversion)
İklâb
( إقلاب ) kelimesi, Arapça bir kelime olup ( ب - ل
- ق ) üçlü fiil kökünden if‘âl formunda
türetilmiş bir mastardır. Mezkûr kelime lügatte “herhangi bir şeyi çevirme,
altını üstüne getirme” gibi anlamlara gelir.[60]
Aynı kelime, bir tecvîd terimi olarak da “tenvîn veya nûn-i sâkini, ‘bâ’
harfinin öncesinde, ğunne ile ihfâ edilen bir mîm’e çevirmek”
manasını ifade eder.[61]
İklâb kelimesine karşılık olarak ayrıca “kalb”
terimi de kullanılır.
Tenvîn
(nunation) veya sâkin /n/ sesinin, /b/ sesinden önce gelmesi durumunda sâkin
bir /m/ sesine dönüştürülmesi konusunda ihtilâf yoktur.[62]
Ayrıca sâkin nûn’dan munkalip olan /m/’nin ihfâ eşliğinde ve ğunne
ile okunması üzerinde de icmâ edilmiştir.[63]
Bu kabule göre, sâkin /n/ sesi, /b/ sesinin öncesinde, evvelâ halis bir /m/
sesine dönüştürülmeli, daha sonra ise bu /m/ sesi kısmen gizlenmelidir. Bu ses dönüşümü
[yani iklâb hadisesi] şu şekilde gerçekleştirilmiş olur: مـنْ بَـعـد → مـمْ بَـعـد → مـم بَـعـد
Teorik anlamda üzerinde
herhangi bir ihtilâf söz konusu olmasa da iklâb uygulamasının günümüzde pratiğe
yansıyan üç farklı şekli vardır:
- Birinci
çeşit uygulama, daha çok Türkiye’deki bazı kari’lerde görülmektedir. Bu
uygulama çeşidinde sâkin /n/ sesi, sâkin bir /m/ sesine çevrilmekte,
bununla birlikte ihfâ edilmeksizin ğunne eşliğinde
okunmaktadır. Bu okuyuş tarzında /m/’nin ihfâsı yerine izhârı
gerçekleştirilmekte ve dudaklar birbirine sıkıca kapatılmaktadır. Klâsik
kaynaklarda yapılan iklâb tanımına uymayan bu telaffuz biçimi, Ahmed
b. Muhammed Mağnîsî gibi Osmanlı âlimleri tarafından “izhâr me‘a’l-ğunne”
olarak tanımlanır.[64]
Dr. Madazlı tarafından da eleştirilen[65]
bu okuyuş şeklinin pratikte, şeddeli bir /m/ sesinin telaffuzundan
hiçbir farkı bulunmamaktadır. Oysaki ihfâda /m/ sesinin ğunne
eşliğinde açık olarak telaffuzu değil, bu sesin ğunne ile birlikte
kısmî olarak yok edilmesi söz konusudur.
- İkinci
çeşit uygulamaya daha çok Arap memleketlerindeki bazı okuyucularda
rastlanır. Bu uygulama biçiminde sâkin /m/ sesindeki ihfâ hadisesi,
mezkûr sesin tam olarak yok edilmesi ve ğunne sıfatının baki bırakılması
şeklinde gerçekleşir. Bu tarz bir telaffuz biçiminde /m/’nin zâtından
hiçbir eser kalmamakta ve bu uygulamanın pratikte sâkin bir /n/ sesinin ihfâ
edilişinden hiçbir farkı bulunmamaktadır. Oysaki daha önce de değindiğimiz
gibi sâkin /n/ ve sâkin /m/ seslerinin ihfâ ediliş keyfiyetleri aynı
değildir. Sâkin /n/ sesinin ihfâsında, bu sesin zâtı tamamen yok
edilmekte, buna karşın sâkin /m/ sesinde ise bu gizleniş kısmî olmaktadır.[66]
Dudakların birbirine hiç temas etmediği bu okuyuş şeklinin sıhhatsizliği, Mağnîsî
tarafından şu şekilde dile getirilir: “Ammâ dudaklar birbirine hiç degmese
‘mîm’ bi’l-külliye nutkdan gidüp ‘vâv’ olur. Bu, harâm olan lahn-i celî
olur.”[67]
- Üçüncü
çeşit okuyuş ise klâsik kaynaklara uygun olup bu telaffuz biçimi,
mütehassıs kurrâ zevât tarafından uygulanmaktadır.[68]
Bu okuyuş şekline göre sâkin /m/ sesi ihfâ edilirken, bu sesin zâtı
kısmen yok edilmek üzere dudaklar birbirine sıkıca değil hafifçe temas
ettirilir ve /m/ sesine âit ğunne sıfatı da terk edilmeyerek ihfâ-i
şefevî uygulaması gerçekleştirilmiş olur. Bu telaffuz biçimi gerçekleştirilirken
dudakların birbirine sıkıca kapanmamasına, bununla birlikte tam olarak açılmamasına
da özen gösterilmelidir.
Bütün bu bilgilerden
sonra şu gerçeğin ifade edilmesi gerekir: Aslî olan /m/ sesi ile fer’î
olan /m/ sesi birbirinden çok farklıdır. Şöyle ki; aslî olan /m/ kapantılı
bir ses olup, bu sesin telaffuzu sırasında, hava cereyanı dudaklarda tam bir
kapantıya uğrar ve havanın tamamı geniz yolu aracılığıyla dışarı çıkarılır.
Oysaki mîm-i muhfât dediğimiz fer’î /m/ sesinde, dudaklardaki
kapantı tam olmayıp, bu sesin teşekkülü esnasında, hava cereyanının büyük bir
kısmı geniz yolu aracılığıyla dışarı çıkarılırken, küçük bir kısmı ise sıkıca
kapanmamış olan dudaklardan sızdırılır.
Mîm
sesinin ihfâsında aslolan, onun kısmen gizlenmesi olduğuna göre, bu
gizliliğin gerçekleştirilebilmesi için, dudakların tam olarak kapanmaması
gerekir. Aksi takdirde /m/ sesinin ihfâsı değil, ğunneli izhârı
söz konusu olacaktır. Bununla birlikte dudaklarda tam bir açılmanın vukû
bulması da sesin zâtının tamamen yok edilmesi anlamına geleceğinden böylesi bir
telaffuz şekli de doğru olmayacaktır.
SONUÇ
Kur’ân
fonetiğinin mühim mevzularından birini oluşturan “sâkin mîm” üzerine yaptığımız
bu küçük incelemeyle şu sonuçlara ulaşmış bulunuyoruz:
- Modern Standart
Arapça (MSA) ve Klâsik Arapça (CA)’nın aslî seslerinden biri olan
/m/ konsonu, çiftdudaksıl (bilabial) bir ses olup kapantılıdır.
- Bir Kur’ân
fonemi olarak /m/ sesi, geniz yolu aracılığıyla oluşturulan genizsil
(nasal/ğunneli) bir konsonanttır.
- Kaynaklarda
/m/ sesinin eklemleme noktası (mahreci), dudaklar olarak
gösterilmiş ve bu sese ait eklemleme biçimleri (sıfatlar) “cehr,
istifâle, infitâh, ğunne, beyniyye, terkîk
ve izlâk” olarak belirlenmiştir.
- Klâsik
kaynaklarda sâkin /m/ sesi için üç hüküm belirlenmiştir. Bunlar: idğâm,
izhâr ve ihfâ’dır.
- Sâkin /m/
sesinin ihfâ edilip edilmemesi üzerinde ihtilâf edilmiş, bununla
birlikte mezkûr sesin ihfâsı evlâ kabul edilmiş ve cumhur
tarafından asırlardır bu vecih uygulanagelmiştir.
- İklâb
ve ihfâ-i şefevî uygulamaları arasında pratikte hiçbir fark
bulunmamaktadır. Bununla birlikte iklâb uygulamasında munkalib /m/
sesinin ihfâsı üzerinde icmâ varken sâkin /m/ sesinin ihfâsı
konusunda ihtilâf edilmiştir.
- Sâkin /m/
sesinin izhârında mübalağa yoluna gidilmesi sekteli bir
okuyuşa, aksi ise /m/ sesinin idğâm ya da ihfâ kabilinden
okunuşuna sebep olabilmektedir. Bu tarz bir okuyuş ise, Kur’ân fonetiğine
aykırıdır.
- Sâkin /m/
sesinin ihfâ edilişinde dudakları tam olarak kapamamak -ki bu ifademizle
dudakların kapanmasını, fakat bu kapanışın sıkıca olmamasını kastediyoruz-
bununla birlikte tam olarak da açmamak gerekmektedir. Mîm sesinin ihfâsında
aslolan, onun kısmen gizlenmesi olduğuna göre, bu gizliliğin
gerçekleştirilebilmesi için, havanın dudaklardan hafifçe sızması şarttır.
BİBLİYOGRAFYA
Akdağ, Soner, Asım Kıraati’nin Şu’be Rivayeti,
Âsitâne Kitabevi, İstanbul, 2008.
Bekûş, Tayyib, et-Tasrîfu’l-‘Arabî min Hilâli
‘İlmi’l-Esvâti’l-Hadîs, el-Matba‘atu’l-‘Arabiyye, Tunus, 1992.
el-Bennâ (öl. 1117/1705), Ahmed b. Muhammed, İthâfu Fudalâ’i’l-Beşer
bi’l-Kırâ’âti’l-Erba‘a ‘Aşer, nşr. Şa‘bân Muhammed İsmâ‘îl, Mektebetu’l-Kulliyyâti’l-Ezheriyye,
Kahire, 1407/1987.
Cebel, Muhammed Hasen Hasen, el-Muhtasar fî
Esvâti’l-Luğati’l-‘Arabiyye, Mektebetu’l-Âdâb, Kahire, 1427/2006.
ed-Dânî (öl. 444/1052), Ebû ‘Amr ‘Usmân b.
Sa‘îd, et-Tahdîd fi'l-İtkâni ve't-Tecvîd, nşr. Ğânim Kaddûrî el-Hamed,
Dâru ‘Ammâr, Amman, 1421/2000.
Dâvûd, Muhammed Muhammed, el-‘Arabiyye ve
‘İlmu’l-Luğati’l-Hadîs, Dâru Ğarîb, Kahire, 2001.
Enîs (1906-1978), İbrâhîm, el-Esvâtu’l-Luğaviyye,
Mektebetu’l-Enclu’l-Mısriyye, Mısır, 2007.
el-Halîl b. Ahmed el-Ferâhîdî (öl. 175/791), Kitâbu’l-‘Ayn,
nşr. Mehdî el-Mahzûmî ve dğr., Dâru’r-Raşîd, Irak, 1981.
el-Hamed, Ğânim Kaddûrî, Ebhâsun fî
‘İlmi’t-Tecvîd, Dâru ‘Ammâr, Amman, 2002.
Hamza Hüdâyî, Tecvîd-i Edâ’iyye, İstanbul,
tsz.
İbn Ğalbûn (öl. 399/1009), Ebu’l-Hasen Tâhir
b. ‘Abdulmun‘im, et-Tezkira fi’l-Kırâ’âti’s-Semân, nşr. Eymen Ruşdî
Suveyd, Cemâ‘atu’l-Hayriyye li-Tahfîzi’l-Kur’âni’l-Kerîm, Cidde, 1412/1991.
İbn Manzûr (öl. 711/1311), Lisânu’l-‘Arab,
nşr. ‘Abdullâh ‘Alî el-Kebîr ve dğr., Dâru’l-Me‘ârif, Kahire, tsz.
İbn Sînâ (öl. 428/1036), Ebû ‘Alî el-Huseyn
b. ‘Abdullâh, Esbâbu Hudûsi’l-Hurûf, nşr. Muhammed Hassân et-Tayyân ve
dğr., Mecme‘u’l-Luğati’l-‘Arabiyye, Dımaşk, 1983.
İbnu’l-Cezerî (öl. 833/1429), Ebu’l-Hayr
Muhammed b. Muhammed, en-Neşr fi’l-Kırâ’âti’l-‘Aşr, nşr. ‘Alî Muhammed
ed-Dabbâ’, Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, Beyrut, tsz.
______, et-Temhîd fî ‘İlmi’t-Tecvîd, nşr.
‘Alî Huseyn el-Bevvâb, Mektebetu’l-Me‘ârif, Riyad, 1405/1985.
el-Kurtubî (öl. 463/1070), ‘Abdulvehhâb b.
Muhammed, el-Miftâh fi’htilâfi’l-Kara’eti’s-Seb‘ati’l-Musemmeyne
bi’l-Meşhûrîn, nşr. Hâtim Sâlih ed-Dâmin, Dâru’l-Beşâ’ir, Dımaşk,
1427/2006.
______, el-Mûdih fi’t-Tecvîd, nşr. Ğânim
Kaddûrî el-Hamed, Dâru ‘Ammâr, Amman, 1421/2000.
Mağnîsî, Ahmed b. Muhammed, Terceme-i Cezerî,
ysz., tsz.
el-Mâlikî (öl. 705/1305), ‘Abdulvâhid b. Muhammed b.
‘Alî b. Ebî Seddâd Ebî Muhammed, ed-Durru’n-Nesîr ve’l-‘Azbu’n-Nemîr,
nşr. ‘Âdil Ahmed Abdulmevcûd ve dğr., Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, Beyrut,
1424/2003.
el-Mehdevî (öl. 440/1048), Ebu’l-‘Abbâs Ahmed
b. ‘Ammâr, Şerhu’l-Hidâye, nşr. Hâzim Sa‘îd Hayder, Mektebetu’r-Ruşd,
Riyad, 1415/1994.
Mekkî b. Ebî Tâlib el-Kaysî (öl. 437/1045), er-Ri‘âye li-Tecvîdi’l-Kırâ’e ve
Tahkîku Lafzi’t-Tilâve, nşr. Ahmed Hasen Ferhât, Dâru ‘Ammâr, Amman,
1428/2008.
el-Muberred (öl. 285/898), Ebu’l-‘Abbâs
Muhammed b. Yezîd, el-Muktedab, nşr. Muhammed ‘Abdulhâlık ‘Udayme,
Vizâratu’l-Evkâf el-Meclisu’l-A‘lâ li’ş-Şu’ûni’l-İslâmiyye Lecnetu İhyâ’i’t-Turâsi’l-İslâmî,
Kahire, 1415/1994.
Nelson,
Kristina, The Art of Reciting the Qur’an, The American University in
Cairo Press, Cairo-New York, 2002.
Noël-Armfield,
G., General Phonetics, W. Heffer & Sons Ltd., Cambridge, 1915.
Parmer (1877-1949), Herold E., A First
Course of English Phonetics, W. Heffer & Sons Ltd, Cambridge, 1917.
es-Safâkusî (öl.
1118/1706), Ebu’l-Hasen ‘Alî b. Sâlim b. Muhammed en-Nûrî, Tenbîhu’l-Ğâfilîn ve
İrşâdu’l-Câhilîn, nşr. Muhammed eş-Şâzelî en-Neyfer, Mu’essesâtu Abdulkerîm
b. Abdullâh, Tunus, 1974.
Sîbeveyh (öl.
180/796), Ebû Bişr ‘Amr b.
‘Usmân b. Kanber, el-Kitâb, nşr. ‘Abdusselâm Muhammed Hârûn,
Mektebetu’l-Hâncî, Kahire, 1408/1988.
es-Sumâtî (öl. 561/1165), İbnu’t-Tahhân, “el-İnbâ’
fî Tecvîdi’l-Kur’ân”, Mecelletu’l-Ahmediyye, nşr. Hâtim Sâlih ed-Dâmin,
sy. 4, (1420), s. 49-72.
‘Umer (1933-2003), Ahmed
Muhtâr, Dirâsetu’s-Savti’l-Luğavî, ‘Âlemu’l-Kutub, Kahire, 2006.
el-Vâsıtî (öl.
740/1339), ‘Abdullâh b. ‘Abdulmu’min, el-Kenz fi’l-Kırâ’âti’l-‘Aşr,
nşr. Hâlid Ahmed el-Meşhedânî, Mektebetu’s-Sekâfeti’d-Dîniyye, Kahire,
1425/2004.
Watson, Janet C. E., The Phonology and Morphology
of Arabic, Oxford University Press, 2002.
*
Bu makale, 2010’da, Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi tarafından
neşredilen Marife dergisinin 10. yılına ait 1. sayısının 129-141
numaralı sayfalarında yayımlanmıştır.
[1] Herold E. Parmer, A First
Course of English Phonetics, W. Heffer & Sons Ltd, Cambridge, 1917, s.
1.
[3] Doğan Aksan, Her Yönüyle Dil
Ana Çizgileriyle Dilbilim, TDK Yay., Ankara, 2003, s. 16.
[4] Ebû Bişr ‘Amr b. ‘Usmân b. Kanber Sîbeveyh, el-Kitâb,
nşr. ‘Abdusselâm Muhammed
Hârûn, Mektebetu’l-Hâncî, Kahire, 1408/1988, c. IV, s. 432; Ebu’l-‘Abbâs
Muhammed b. Yezîd el-Muberred,
el-Muktedab, nşr. Muhammed ‘Abdulhâlık ‘Udayme, Vizâratu’l-Evkâf
el-Meclisu’l-A‘lâ li’ş-Şu’ûni’l-İslâmiyye Lecnetu İhyâ’i’t-Turâsi’l-İslâmî,
Kahire, 1415/1994, c. I, s. 328.
[5] el-Muberred, a.g.e., c. I, s. 328.
[6] Sîbeveyh, a.g.e., c. IV,
s. 432.
[7] el-Halîl b. Ahmed, Kitâbu’l-‘Ayn,
nşr. Mehdî el-Mahzûmî ve dğr., Dâru’r-Raşîd, Irak, 1981, c. I, s. 51.
[8] Sîbeveyh, a.g.e., c. IV,
s. 432.
[9] Ebu’l-‘Abbâs Ahmed b. ‘Ammâr
el-Mehdevî, Şerhu’l-Hidâye, nşr. Hâzim Sa‘îd Haydar, Mektebetu’r-Ruşd,
Riyad, 1415/1994, c. I, s. 77.
[10] Ebû ‘Amr ed-Dânî, et-Tahdîd
fi'l-İtkâni ve't-Tecvîd, nşr. Ğânim Kaddûrî el-Hamed, Dâru ‘Ammâr, Amman,
1421/2000, s. 104.
[11] Ebu’l-Hasen ‘Alî b. Sâlim b. Muhammed en-Nûrî
es-Safâkusî, Tenbîhu’l-Ğâfilîn ve İrşâdu’l-Câhilîn, nşr. Muhammed
eş-Şâzelî en-Neyfer, Mu’essesâtu ‘Abdulkerîm b. ‘Abdullâh, Tunus, 1974, s. 35.
[12] Mekkî b. Ebî Tâlib el-Kaysî, er-Ri‘âye
li-Tecvîdi’l-Kırâ’e ve Tahkîku Lafzi’t-Tilâve, nşr. Ahmed Hasen Ferhât,
Dâru ‘Ammâr, Amman, 1428/2008, s. 232.
[13] İbnu’l-Cezerî, et-Temhîd fî
‘İlmi’t-Tecvîd, nşr. ‘Alî Huseyn el-Bevvâb, Mektebetu’l-Me‘ârif, Riyad,
1405/1985, s. 106.
[14] Mekkî b. Ebî Tâlib, a.g.e.,
s. 240.
[15] es-Safâkusî, a.g.e., s.
35.
[16] Ebû ‘Alî el-Huseyn b. ‘Abdullâh
İbn Sînâ, Esbâbu Hudûsi’l-Hurûf, nşr. Muhammed Hassân et-Tayyân ve dğr.,
Mecma‘u’l-Luğati’l-‘Arabiyye, Dımaşk, 1983, s. 83.
[17] ‘Abdullâh b. ‘Abdulmu’min
el-Vâsıtî, el-Kenz fi’l-Kırâ’âti’l-‘Aşr, nşr. Hâlid Ahmed el-Meşhedânî,
Mektebetu’s-Sekâfeti’d-Dîniyye, Kahire, 1425/2004, c. I, s. 169; Muhammed Hasen
Hasen Cebel, el-Muhtasar fî Esvâti’l-Luğati’l-‘Arabiyye,
Mektebetu’l-Âdâb, Kahire, 1427/2006, s. 63.
[18] Mekkî b. Ebî Tâlib, a.g.e.,
s. 124.
[19] ed-Dânî, a.g.e., s.
106-107.
[20] ed-Dânî, a.g.e., s. 105;
İbnu’l-Cezerî, a.g.e., s. 87.
[21] İbnu’l-Cezerî, a.g.e., s.
87; Mekkî b. Ebî Tâlib, a.g.e., s. 117.
[22] el-Mehdevî, a.g.e., c. I,
s. 78; el-Vâsıtî, a.g.e., c. I, s. 169.
[23] İbnu’l-Cezerî, a.g.e., s.
90; ed-Dânî, a.g.e., s. 106.
[24] Tayyib Bekûş, et-Tasrîfu’l-‘Arabî
min Hilâli ‘İlmi’l-Esvâti’l-Hadîs, Tunus, 1992, s. 53.
[25] es-Safâkusî, a.g.e., s.
36.
[26] A.g.e., a.y.
[27] el-Vâsıtî, a.g.e., c. I,
s. 167; İbnu’l-Cezerî, a.g.e., s. 95.
[28] İbnu’l-Cezerî, a.g.e., s.
91; el-Vâsıtî, a.g.e., c. I, s. 169.
[29] Sîbeveyh, a.g.e., c. IV,
s. 434.
[30] el-Mehdevî, a.g.e., c. I,
s. 78.
[31] el-Vâsıtî, a.g.e., a.y.;
İbrâhîm Enîs, el-Esvâtu’l-Luğaviyye, Mektebetu’l-Enclu’l-Mısriyye,
Mısır, 2007, s. 46.
[32] İbrâhîm Enîs, a.g.e., a.y.
[33] Mekkî b. Ebî Tâlib, a.g.e.,
s. 136.
[34] İbnu’l-Cezerî, en-Neşr
fi’l-Kırâ’âti’l-‘Aşr, c. I, s. 222.
[35] Ahmed b. Muhammed el-Bennâ ed-Dimyâtî, İthâfu
Fudalâ’i’l-Beşer bi’l-Kırâ’âti’l-Erba‘a ‘Aşer, nşr. Şa‘bân Muhammed
İsmâ‘îl, Mektebetu’l-Kulliyyâti’l-Ezheriyye,
Kahire, 1407/1987, c. I, s. 143.
[36] İbn Manzûr, Lisânu’l-‘Arab,
nşr. ‘Abdullâh ‘Alî el-Kebîr ve dğr., Dâru’l-Me‘ârif, Kahire, tsz., c. II, s.
1391.
[37] Soner Akdağ, Asım Kıraati’nin
Şu’be Rivayeti, Âsitâne Kitabevi, İstanbul, 2008, s. 37.
[38] A.g.e., a.y.
[39] A.g.e., a.y.
[40]‘Abdulvehhâb b. Muhammed
el-Kurtubî, el-Miftâh fi’htilâfi’l-Kara’eti’s-Seb‘ati’l-Musemmeyne
bi’l-Meşhûrîn, nşr. Hâtim Sâlih ed-Dâmin, Dâru’l-Beşâ’ir, Dımaşk,
1427/2006, s. 40.
[41] ‘Abdulvâhid b. Muhammed b. ‘Alî
b. Ebî Seddâd Ebî Muhammed el-Mâlikî, ed-Durru’n-Nesîr ve’l-‘Azbu’n-Nemîr,
nşr. ‘Âdil Ahmed ‘Abdulmevcûd ve dğr., Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, Beyrut,
1424/2003, s. 288.
[42] A.g.e., a.y.
[43] Âsım Efendi, Kâmûs Tercemesi,
İstanbul, 1268, c. II, s. 18.
[44] Hamza Hüdâyî, Tecvîd-i
Edâ’iyye, İstanbul, tsz., s. 18.
[45] A.g.e., s. 48-49.
[46] İbnu’l-Cezerî, en-Neşr
fi’l-Kırâ’âti’l-‘Aşr, nşr. ‘Alî Muhammed ed-Dabbâ‘,
Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, Beyrut, tsz., c. I, s. 222.
[47] el-Kurtubî, el-Mûdih
fi’t-Tecvîd, nşr. Ğânim Kaddûrî el-Hamed, Dâru ‘Ammâr, Amman, 1421/2000, s.
165; İbnu’l-Cezerî, a.g.e., c. I, s. 222-223.
[48] İbn Manzûr, a.g.e., c.
II, s. 1217.
[49] Hamza Hüdâyî, a.g.e., s.
18.
[50] İspanyolca gibi bazı dünya
dillerinde bu uygulama [m] ve [n] gibi konsonlar dışında diğer bazı sesler için
de geçerli olabilmektedir. Örneğin bazı dillerde bulunan [ŋ], [ñ] ve [h] gibi birçok ses de nazalizasyon
eşliğinde telaffuz edilirler.
[51] Muhammed Hasen Cebel, a.g.e.,
s. 196.
[52] ed-Dânî, a.g.e., s. 166.
[53] İbnu’l-Cezerî, en-Neşr,
c. I, s. 222.
[54] Mekkî b. Ebî Tâlib, a.g.e.,
s. 232.
[55] İbnu’l-Cezerî, a.g.e.,
a.y.
[56] A.g.e., a.y.
[57] A.g.e., a.y.
[58] Muhammed Hasen Cebel, a.g.e.,
s. 196.
[59] Ğânim Kaddûrî el-Hamed, Ebhâsun
fî ‘İlmi’t-Tecvîd, Dâru ‘Ammâr, Amman, 2002, s. 140; İbrâhîm Enîs, el-Esvâtu’l-Luğaviyye,
Mektebetu’l-Enclu’l-Mısriyye, Mısır, 2007, s. 72.
[60] İbn Manzûr, a.g.e., c. V,
s. 3713.
[61] Hamza Hüdâyî, a.g.e., s.
19.
[62] İbn Ğalbûn, et-Tezkira
fi’l-Kırâ’âti’s-Semân, nşr. Eymen Ruşdî Suveyd, Cemâ‘atu’l-Hayriyye
li-Tahfîzi’l-Kur’âni’l-Kerîm, Cidde, 1412/1991, c. II, s. 188; el-Kurtubî, el-Miftâh,
s. 42; İbnu’l-Cezerî, a.g.e., c. I, s. 222; el-Mâlikî, ed-Durru'n-Nesîr
ve'l-‘Azbu'n-Nemîr, s. 448.
[63] İbnu’l-Cezerî, a.g.e. ve
a.y.
[64] Ahmed b. Muhammed Mağnîsî, Terceme-i
Cezerî, ysz., tsz., s. 39.
[65] Ahmet Madazlı, “İklâb” md., TDV
İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 2000, c. XXII, s. 27.
[66] Cebel, a.g.e., s. 196.
[67] Mağnîsî, Terceme-i Cezerî,
s. 39.
[68] el-Mekâri’u’l-Mısriyye’nin
şeyhlerinden biri olan merhum Şeyh Mahmûd Halîl el-Husarî (1917-1980), bu zâtlar için güzel bir örnek teşkil
eder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder