KLÂSİK
TÜRK EDEBİYATI’NDA ADINA MESNEVÎLER YAZILAN KADIN: ZÜLEYHÂ*
Züleyhâ, Kur’ân-ı Kerîm ve Kitâb-ı Mukaddes’te ismi
belirtilmeksizin sözü edilen önemli karakterlerden biri olarak karşımıza çıkar.
Mısır’ın firavunlar tarafından yönetildiği çok eski zamanlarda yaşayan ve Kıtfîr
(Potiphar) adında bir vezirin karısı olan Züleyhâ, sonraları kocası tarafından
köle pazarından satın alınan Yûsuf Peygamber’e âşık olmuştur. Bu büyük aşk, şâirlerin
usta kalemlerinde yoğrularak ölümsüz bir destana dönüşmüş ve asırlar boyunca Farsça,
Arapça ve Türkçe yazılan birçok mesnevîye konu olmuştur.
Anahtar
Kelimeler: Züley«â, Yûsuf, ¢ı†fµr,
Mesnevî, Kur’ân, Kitâb-ı Mukaddes.
Abstract:
"ZULAIKHA":
A Figure in Mathnawies of Classical Turkish Literature
Zulaikha
is an important figure whose name was mentioned in both religious scriptures
Qur'an and Bible. Back in early times when Egypt was ruled by pharaohs, she was
wife of a vizier, Potiphar. Lately, Zulaikha falls in love with Prophet Joseph
who was bought by her husband at a slave market. This deep love revealed itself
as an epic in the hands of great poets and became subject of Mathnawies in
Persian, Arabic and Turkish languages, for centuries.
Key Words: Zulaikha,
Joseph, Potiphar, Mathnawy, The Qur’an, The Bible.
GİRİŞ
Osmanlı Devleti’nin üç kıtaya yayılan geniş coğrafyası muhtelif dil, din
ve ırklardan birçok milleti aynı çatı altında toplamış ve bu milletler arasında
dinî, ilmî, fikrî, siyasî, edebî, içtimaî ve kültürel etkileşimlerin oluşmasına
zemin hazırlamıştır. Böyle bir zemin ve zamanda varlığını gösteren klâsik Türk
şiiri de aynı atmosfer içinde gelişmiş ve bu karma yapının edebî bir
panoramasını oluşturmuştur.
Bu yoğun kültür yağmuru altında yeşeren klâsik şiirimiz, daha çok İslâm
medeniyeti etrafında şekillenmiş olup Kur’ân ve Hadis gibi
kaynaklardan beslenmiş ve engin Tasavvuf birikimi çerçevesinde
gelişimini devam ettirmiştir. Bununla birlikte bu dönem şiiri, Osmanlı
toplumunu oluşturan azınlıklar aracılığıyla doğrudan, İsrailî rivâyetleri
bünyesinde bulunduran geniş Tefsir literatürü vasıtasıyla da dolaylı
olarak Yahudi ve Hristiyan kaynaklarından da istifade etmiştir. Bu sebeple de
muhtelif şâirlerin divan geleneğinde karşılığını bulan birçok şahıs ya da
karakter, ya Kur’ân kıssalarından iktibas edilmiş yahut da Kitâb-ı
Mukaddes öyküleri içinden seçilmiştir.
Klâsik şâirlerin aynı mevzuda, Kur’ân-ı Kerim’den başka Kitâb-ı
Mukaddes’e de başvurmuş olmaları, Yahudi ve Hristiyan azınlıklarla
etkileşim içinde bulunmaları dışında, Kur’ân’ın olay ve şahıslar karşısındaki
tavrıyla da ilgili olmalıdır. Zira bu mukaddes kitap, içeriğini oluşturan
birtakım tarihî hadiselerin teferruatına inmediği gibi, bu olaylar örgüsünün
içinde yer alan şahıs kadrosu hakkında da tafsilâtlı bilgiyi ihtiva etmez. Bu
durum, Kur’ân’ın, anlatıları içinde yerini alan kıssalarla öğüt verme
amacına yöneliktir.
Kitâb-ı Mukaddes geleneği ise, Müslümanların kutsal kitaplarından
farklı olarak olay ve şahıslarla ilgili çok geniş malûmâtı muhtevîdir. Adam
(Ar. آدم / İbr. אָדָם)
ve Eve (Ar. حواء / İbr. חַוָּה), Abel (Ar. هابيل / İbr. הבל) ile Cain (Ar. قابيل / İbr. קין), Jacob (Ar. يعقوب / İbr. יַעֲקֹב)
ve Joseph (Ar. يوسف
/ İbr. יוֺסֵף), Potiphar (Ar. قطفير / İbr. פּוֹטִיפָר)
ve karısı (Ar. زليخا), Moses (Ar. موسي / İbr. מֹשֶׁה) ve Aaron (Ar. هارون
/ İbr. אַהֲרֹן), Mary (Ar. مريم / İbr. מִרְיָם) ve Jesus (Ar. عيسي
/ İbr. עֵשָו) gibi klâsik şiirimize de konu olan birçok
tarihî şahsa ve daha birçok konuya Kitâb-ı Mukaddes’te çok geniş bir yer
ayrılmıştır. Kimi zaman ilâhî bir kitabın sınırlarını fazlasıyla zorlayan bu
bilgiler, Müslüman müfessirlerin ilgilerini çektiği gibi divan şâirleri
tarafından da kullanılmıştır.
Klâsik Türk şiirinde, yukarıda sözü edilen bu konuların belki de en çok
işleneni, bizzat Kur’ân tarafından “a√senu’l-…a§a§
/ en güzel kıssa”[1] olarak tavsif edilen Yûsuf
kıssasıdır.[2] Bu kıssa merkez alınmak
sûretiyle her dönemde sayısız mesnevî yazılmıştır. “Yûsuf u Züleyhâ” adıyla
mesnevî yazan şâirler, Kur’ân ve Kitâb-ı Mukaddes’ten mülhem
olarak Yûsuf ve Züleyhâ’yı işlemiş, meşhur kıssayı kendi muhayyilelerini de
kullanarak zenginleştirmiş ve ölümsüzleştirmişlerdir.[3]
A. Tarihî Bir
Kişilik Olarak “Züleyhâ”
Züleyhâ’nın tarihî bir şahsiyet
olduğu gerçeği, Yahudi, Hristiyan ve Müslüman kaynakların müşterek kabulüdür.
Fakat bu üç dinî kaynağın her birine konu olan Züleyhâ ile ilgili en geniş
malûmât, İslâm literatürünün cüzlerini oluşturan mukaddem Tarih ve Tefsir
eserlerinde göze çarpar. Bahsi edilen kaynaklar, içeriklerini oluşturan bu
malzemeyi, günümüzde tarihsel açıdan güvenilir belgeleri bulunmasa da, selefleri
olan Yahudi ve Hristiyanlardan iktibas etmiş olmalıdırlar.
Dinî literatürde önemli bir yeri
olan bu şahsın adı doğulu kaynaklarda “Züleyhâ” olarak geçer. “Züleyhâ”
kelimesi Arapçadır ve Arap harfleriyle kendisine işaret edilen bütün İslâmî
kaynaklarda aynı şekilde yazılır. Bu ortak yazılım “زليخا”
şeklindedir.[4] Ne var ki bu kelime, bazen
“Züleyhâ” bazen de “Zelîhâ” şeklinde telaffuz edilegelmiştir. Bu söyleyiş
farkı, kelimenin orijinal yazılımı her iki okuyuşa da imkân tanıdığı içindir.
Aynı kelime, Türkmenistan gibi bazı Türkî devletlerde ve Anadolu’nun çeşitli
yörelerinde de “Zıl«a” ya da “Zel«a” şeklinde söylenebilmektedir.
Türk Dil Kurumu’nun Kişi Adları
Sözlüğü’nde -herhangi bir kaynakta aslına rastlayamasak da- “su perisi”
karşılığını bulan “Züley«â”
kelimesi[5]
ayrıca “hevesperest kadın” olarak da anlamlandırılmıştır.[6] Bu
ikinci anlamın, Züleyhâ’nın Hz. Yûsuf’a olan aşk ve ihtirasından dolayı
kelimeye verilmiş olması muhtemeldir.
Bazı eserlerde kahramanımız için,
bir isimden çok sıfat olarak kabul edebileceğimiz Züleyhâ kelimesiyle birlikte iki
isim daha zikredilmiştir. Bu isimler, Süryanice asıllı bir kelime olduğu belirtilen
R⡵l ve Rabµ√a’dır.[7]
Züleyhâ ayrıca annesinin ismiyle birlikte R⡵l
bint Ra¡â™µl[8] ve Züley«â bint Temlµ«â[9]
şeklinde de anılmıştır.
Zülayhâ, Mısır firavun(İbr. “פרעה”)larından Rayyân b.
Velµd b. Bervân[10] b. Erâşe b. Fârân b. ¡Amr b. ¡İmlâ… b. Lâvi≠ b.
Sâm b. Nû√ zamanında yaşamıştır. Kaynaklarda bu şahsın dört yüz sene
yaşadığı ve Hz. Mûsâ zamanındaki firavunun da bu olduğu rivâyet edilmiştir.[11]
Dönem için ayrıca başka bir firavun ismi daha zikredilir ki bu da mezkûr
firavunla aynı soydan olan Mus¡ab b.
Rayyân’dır.[12] Eski
kaynaklarda Hz. Yûsuf’un (İbr. “יוֺסֵף”) bu dönemde yaşayan firavunu (Batılı kaynaklarda “Pharaoh”)[13]
kendi dinine davet ettiği fakat onun başkaldırdığı da kaydedilir.[14]
Modern Mısırologlar ve Kitab-ı Mukaddes araştırmacıları, dönemin firavunu
olarak genellikle Apophis’i[15]
(Grek. “Άποφις”) kabul
etmektedirler. Ayrıca Apepi olarak da
adlandırılan bu şahıs, Hyksos (Grek. “Ὑκσώς” veya “Ὑξώς”)
krallarındandır. Suriye-Filistin’den göç edip Mısır’ı ele geçiren Hyksoslar,
İslâm literatüründe “¡Amâlµ…”
olarak bilinirler.[16]
Züleyhâ, o dönemlerde Mısır’ın
hazine bakanı olan[17] ¢ı†fµr’in karısıdır. Firavun döneminin
asilzâdelerinden biri olan ve Batılı kaynaklarda ismi Potiphar (İbr. פּוֹטִיפָר) olarak[18] takdim
edilen bu şahıs için klâsik eserlerde birçok isim zikredilmiştir. Bunlar
arasında ¢u†fµr[19], ¢ı†fµr[20], ¢u†ayfµn[21], ݆fµr[22], E†fµr[23](b. Rû√ayb), A@fµr[24], ¢an†ûr[25] ve Fi†fµr[26]
sayılabilir. Endülüslü müfessir İbn Atiyye (öl. 546 h./1151 m.) ¢ı†fµr’in kâfir olduğunu, zira evinde put
(§anem) bulunduğunu ifade eder.[27]
Tarihî kaynaklarımızda Züleyhâ ve
çevresiyle ilgili daha fazla bilgi olmayıp bahsi edilen kaynaklarda Züleyhâ’nın
düşleri, bir sultan olan babası, Yûsuf ile evlenmesi ve ölümüyle ilgili
hadiseler yer almaz. Bu ve buna benzer ilginç ayrıntılar, ancak tarihsel
gerçekliği yansıtmaktan uzak olan mesnevî tarzı eserlerde ve mitolojik halk
anlatılarında yer alabilmiştir.[28]
B. Bir Kitâb-ı
Mukaddes Karakteri Olarak “Züleyhâ”
Kitâb-ı Mukaddes (The
Bible); bir kısmı itibarıyla Yahudilerin, tamamı itibarıyla da Hristiyanların
kutsal kitaplarıdır. Bu kitap, Ahd-i Atîk (Old Testament / Tevrat) ve Ahd-i
Cedîd (New Testament / İnciller) olmak üzere başlıca iki kısımdan müteşekkildir.
Yahudilerin kutsal metinleri olan ve üç bölümden oluşan Tevrat (İng. The
Torah / İbr. תּוֹרָה), İbranice ve
Aramice; Hristiyanların kutsal metinlerini oluşturan ve yirmi yedi bölümden
oluşan İnciller (İng. The Gospels / Grek. ευαγγελιον) ise, Grekçe yazılmıştır.
Kitâb-ı Mukaddes’te Yûsuf
Peygamber’in yaşam öyküsü, Genesis (Tekvin / Yaratılış) adı verilen bölümün 37:1 ve
50:26 arası âyetlerinde konu edinilmektedir. Züleyhâ’nın Yûsuf’a olan aşkı ve
ona sahip olma girişimi ise, aynı bölümün 39:1-23 numaralı âyetlerinde yer alır.
İtalyan ressam
Guido Reni (1575-1642) tarafından yapılan “Joseph and
Potiphar’s Wife” adlı tablo. Tabloda, Züleyhâ’nın Yûsuf’a sahip olmak istediği
an canlandırılmaktadır.
Kitâb-ı Mukaddes’te Züleyhâ’ya “Potiphar’ın Karısı”[29] (The
wife of Pothiphar) olarak gönderme yapılır ve onun için herhangi bir isim
zikredilmez. Kutsal Kitab’a göre Züleyhâ, kocası tarafından satın alınan ve son
derece yakışıklı olan Yûsuf’a, evlerine yerleştikten bir müddet sonra göz
koymuş ve onunla birlikte olmak istemiş, karşılık görmeyince de iftira ederek
Yûsuf’u zindana attırmıştır:
“…Yûsuf güzel yapılı, yakışıklıydı. Bir süre
sonra efendisinin karısı ona göz koyarak, ‘Benimle yat’ dedi. Ama Yûsuf
reddetti. ‘Ben burada olduğum için efendim evdeki hiçbir şeyle ilgilenme
gereğini duymuyor’ dedi, ‘Sahip olduğu her şeyin yönetimini bana verdi. Bu evde
ben de onun kadar yetkiliyim. Senin dışında hiçbir şeyi benden esirgemedi. Sen
onun karısısın. Nasıl böyle bir kötülük yapar, Tanrı'ya karşı günah işlerim?’
Potifar'ın karısı her gün kendisiyle yatması ya da birlikte olması için
direttiyse de, Yûsuf onun isteğini kabul etmedi. Bir gün Yûsuf işlerini yapmak
üzere eve gitti. İçerde ev halkından hiç kimse yoktu. Potifar'ın karısı Yûsuf'un
giysisini tutarak, ‘Benimle yat!’ dedi. Ama Yûsuf giysisini onun elinde bırakıp
evden dışarı kaçtı. Kadın Yûsuf'un giysisini bırakıp kaçtığını görünce,
hizmetkârlarını çağırdı. ‘Bakın şuna!’ dedi, ‘Kocamın getirdiği bu İbrânî bizi rezil etti. Yanıma geldi, benimle yatmak istedi. Ben
de bağırdım. Bağırdığımı duyunca, giysisini yanımda bırakıp dışarı kaçtı!’
Efendisi eve gelinceye kadar Yûsuf'un giysisini yanında alıkoydu. Ona da aynı
şeyleri anlattı: ‘Buraya getirdiğin İbrânî köle yanıma gelip beni aşağılamak istedi. Ama ben
bağırınca giysisini yanımda bırakıp kaçtı!’ Karısının, ‘Senin kölen bana böyle
yaptı!’ diyerek anlattıklarını duyunca, Yûsuf'un efendisinin öfkesi tepesine
çıktı. Yûsuf'u yakalayıp zindana, kralın tutsaklarının bağlı olduğu yere attı…”[30]
Kitâb-ı Mukaddes’te
yer alan bu pasajlardan, Züleyhâ’nın iyi bir karakteri sembolize etmediği
açıkça anlaşılmaktadır. Zira o, nefsanî arzuları doğrultusunda kölesinden faydalanmak
istemiş ve istekleri mukâbilinde olumlu bir cevap alamayınca da hiddetlenip hiç
suçu olmadığı halde onun cezalandırılmasına sebep olmuştur. Kölesiyle birlikte
olmak isteyerek kocasını aldatmaktan çekinmeyişi ise, sadâkatsiz bir
kişiliğe sahip olduğunu göstermektedir.
C. Bir Kur’ân-ı
Kerim Karakteri Olarak “Züleyhâ”
Kur’ân-ı Kerîm’de Züleyhâ ile
ilgili fazla bilgi yoktur. Tıpkı Kitâb-ı Mukaddes’te olduğu gibi Kur’ân’da
da Züleyhâ için herhangi bir isim zikredilmemiş, bunun yerine “Azîz’in Karısı”
anlamında “İmra™etu’l-¡Azµz”[31]
tabiri yeğlenmiştir. Züleyhâ’nın kocası için de yine gerçek bir isim yerine “¡Azµz” ifadesi kullanılmıştır.
Kur’ân-ı Kerîm’de Azîz’in,
Hz. Yûsuf’u satın alıp evine getirdiği ve karısına da ona iyi bakması
tavsiyesinde bulunduğu belirtilir.[32]
Nihayet Hz. Yûsuf belli bir yaşa gelip kuvvetli çağına erişince de Züleyhâ,
kocasının evlâtlık edinmeyi düşündüğü bu gence göz koyar ve onunla birlikte
olmak ister:
“…Yûsuf'un, evinde kaldığı kadın, onun nefsinden murâd almak istedi ve
kapıları kilitleyip: ‘Haydi gelsene!’ dedi. (Yûsuf): ‘Allah'a sığınırım’ dedi,
‘efendim bana güzel baktı. zâlimler iflâh olmazlar!’ Andolsun, kadın onu arzu
etmişti. Eğer Rabbinin doğruyu gösteren delilini görmeseydi o da onu arzu
etmişti. Böylece biz, kötülüğü ve fuhşu ondan çevirmek istedik. Çünkü o, ihlâsa
erdirilmiş (temiz) kullarımızdandır. Kapıya doğru koşuştular. Kadın, Yûsuf'un
gömleğini arkadan yırttı. Kapının yanında kadının beyine rastladılar. Kadın:
‘Senin âilene kötülük yapmak isteyenin cezâsı nedir? Zindana kapatılmak veya
acı bir biçimde işkence edilmek değil midir?’ dedi. (Yûsuf): ‘O benden murâd
almak istedi!’ dedi. Kadının âilesinden bir şâhit de şöyle şâhitlik etti: ‘Eğer
Yûsuf'un gömleği önden yırtılmışsa kadın doğrudur, o yalancılardandır. Ve eğer
onun gömleği arkadan yırtılmışsa kadın yalancıdır, o doğrulardandır!’ (Kadının
kocası, Yûsuf'un) gömleğinin arkadan yırtılmış olduğunu görünce (kadına): ‘Bu,
sizin düzeninizdendir’ dedi, ‘Gerçekten sizin düzeniniz büyüktür! Yûsuf, sen
bundan vazgeç! (bunu kimseye söyleme!), (ey kadın!), sen de günâhının
bağışlanmasını dile! Çünkü sen, günâhkârlardan oldun!’..."[33]
Yûsuf Sûresi’nde geçen bu âyetlerden, Züleyhâ’nın iftirasının
herhangi bir netice vermediği ve hakikatin olaya şâhit olan kişiler tarafından kısa
zamanda fark edildiği anlaşılmaktadır. Yine aynı ifadelerden Yûsuf’un da Züleyhâ’ya
anlık bir yakınlık hissi duymuş olabileceği[34]
fakat peygamberlik vasfından ötürü Allah’ın yardımıyla bu kötü fiili işlemekten
muhafaza edildiği çıkarılmaktadır. Ünlü müfessir ve İslâm bilgini Celâluddîn
es-Suyûtî (öl. 911 h./1505 m.), tefsîrle ilgili çeşitli rivâyetleri derlediği ed-Durru’l-Mensûr fi’t-Tefsîri bi’l-Me’sûr adlı değerli eserinde, sözü edilen sahneyi şu ilginç
diyaloglarla süsler:
“Azîzin karısı Yûsuf’a âşık oldu ve ona: ‘Ey Yûsuf, saçların ne
kadar da güzel!’ dedi. Yûsuf da ona: ‘O, cesedimden ilk saçılan şeydir!’ dedi.
Züleyhâ: ‘Ey Yûsuf, gözlerin ne kadar da güzel!’ deyince Yûsuf: ‘Onlar,
cesedimden toprağa akacak ilk iki şeydir!’ dedi. Züleyhâ: ‘Ey Yûsuf, yüzün ne
kadar da güzel!’ deyince Yûsuf da ona: ‘O, toprağın yiyeceğidir!’ diye karşılık
verdi.”[35]
Bütün bu konuşmalardan sonra Züleyhâ, kötü emellerine uygun bir zemin
oluşturmuş ve son olarak da Yûsuf’a “Heyte lek!” hitâbında bulunmuştur.
Müfessirler bu lafızların “Helumme lek!” anlamına geldiğini ifade etmişlerdir[36] ki
buna göre Züleyhâ, Yûsuf’a “Hadi gel, seninim!” demiş olur. Yeri gelmişken
burada Kur’ân’ın farklı kıraatlerinden kaynaklanan bir ses-anlam
ilişkisi örneğine de değinmek istiyoruz. “Heyte lek!” ifadesi bazı kıraat
imamlarına göre “Hîte lek!” şeklinde[37],
diğer bir kısım kıraat imamına göreyse “Hi’tu lek!” şeklinde okunmaktadır.[38] Bu
okuyuşlardan ilk ikisinde med ve lîn harfi olan “yâ” sesiyle
telaffuz esnasında oluşan yumuşaklık Züleyhâ’nın ilk davetinde nâzik bir
edayla Yûsuf’a seslendiğine işaret eder gibidir. Üçüncüsünde ise kendisinde nebr
ve şiddet[39] sıfatları bulunan hemzeli
bir okuyuşla, davetine karşılık göremeyen Züleyhâ’nın tehditkâr bir üslûba
yöneldiğine şâhit olmaktayız. Böylece Kur’ân’ın bu üslûp özelliğinden, “şehvetten
tuhaf bir hâle gelmiş bir kadının, muhatabına bazen yumuşak davrandığı, bazen
sertleştiği, hiddetlendiği hissedilir.”[40]
Züleyhâ, yaşadığı küçük düşürücü hadiseyle birlikte hem elde etmek
istediği şeyi alamamış, hem de şehrin ileri gelen kadınlarının dedikodu
malzemesi olmaktan kendini kurtaramamıştır:
“…Şehirde birtakım kadınlar: ‘Vezirin karısı, uşağının nefsinden murâd
almak istemiş! Sevda, onun bağrını yakmış! Biz, onu açık bir sapıklık içinde
görüyoruz!’ dediler. (Kadın), onların (dedi-kodu yaparak kendisini dile
düşürme) düzenlerini işitince, onlara (adam) gönderdi (yemeğe davet etti).
Onlar için dayanacak yastıklar hazırladı ve her birine de birer bıçak verdi.
(Yûsuf'a): ‘Çık karşılarına!’ dedi. Kadınlar, (önlerine konan meyveleri soyup
yemekle meşgul iken) Yûsuf'u görünce onu (gözlerinde) büyüttüler, (ona
hayranlıklarından ötürü) ellerini kestiler ve: ‘Allâh için, hâşâ bu, insan
değildir; bu ancak güzel bir melektir!’ dediler. (Kadın) Dedi ki: ‘İşte siz,
beni bunun için kınamıştınız! And olsun ben kendisinden murâd almak istedim de
o, iffetinden ötürü reddetti. Ama kendisine emrettiğimi yapmazsa, elbette
zindana atılacak ve alçalanlardan olacaktır!’…”[41]
Kur’ân’a göre Züleyhâ, kurguladığı bütün sinsi planlara rağmen Hz.
Yûsuf’a sahip olamamış ve Yûsuf, bir müddet sonra zindana atılarak bulunduğu
ortamdan ve Züleyhâ’nın kendisi için hazırladığı kötü oyunlardan kurtulmuştur:
“…(Yûsuf): ‘Rabbim!’ dedi, ‘Bana göre zindan, bunların beni çağırdığı
şeyden iyidir. Eğer onların düzenini benden savmazsan onlara kayarım ve
câhillerden olurum!’ Rabbi onun duâsını kabul buyurdu da onların düzenini ondan
savdı. Şüphesiz O, işitendir, bilendir. Sonra (aziz Kıtfir ve adamları,
Yûsuf'un masûmluğu hakkındaki) bu delilleri gördükleri halde yine onu bir süre
zindana atmaları kendilerine uygun geldi…”[42]
Bütün bu bilgiler, tıpkı Kitâb-ı Mukaddes’te olduğu gibi, Kur’ân-ı
Kerîm’de de Züleyhâ için güzel bir karakter portresi çizilmediğini gözler
önüne sermektedir. Beşerî literatürde ise Züleyhâ, dinî metinlerin aksine masûm
bir âşık olarak resmedilecektir.
D. Klâsik Türk
Şiiri’nde “Züleyhâ”
Klâsik Türk Edebiyatı’nda aşkları
nesilden nesile aktarılarak ölümsüzleştirilen “Kerem ile Aslı”, “Ferhat ile
Şirin”, “Tâhir ile Zühre”, “Leylâ ile Mecnûn” ve “Yûsuf ile Züleyhâ” gibi âşıkların öykülerini
konu edinen birçok eser kaleme alınmıştır. Bunlardan ilk üçü, Türk
Edebiyatı’nın daha çok “halk şiiri” geleneğinde varlık gösterirken son ikisi, aynı
edebî yapının genellikle “divan şiiri” geleneğinde karşılık bulur.
Çeşitli âşıkların sergüzeştlerini
konu edinen bu tarz eserler, içeriklerini oluşturan zengin materyalleri, sadece
tarihî gerçekliği bulunan vak’alardan derlememiş, ayrıca efsâne ve mitoloji
gibi olağanüstü kaynaklardan da beslenmişlerdir. Bütün bu kaynaklar bir yana,
şâirlerin sanatlı söyleyişleri ile bezenen mesnevîlerde, daha çok eseri vücûda
getiren şahısların muhayyilelerine istinat edilmiştir. Dolayısıyla da herhangi
bir tarihî kişiliğin konumu, sözü edilen eserlerden hareketle belirlenemez.
Bu başlık altında yazdığımız satırlarla amacımız, tarih sahnesinde rol
aldığı kesin olan Züleyhâ’nın birtakım özelliklerini, mesnevîleri esas ittihaz
etmek sûretiyle ortaya koymak değil, bu şahsın literatürde nasıl
şekillendirildiği hususunda biraz olsun fikir verebilmektir. Bu sebeple de
konuyu bütün ayrıntılarıyla anlatmak yerine ana hatlarıyla ve kısaca vermenin
çok daha uygun olacağını düşünüyoruz.
Mesnevî geleneğinde Züleyhâ, Mağrip’te bir ülkenin sultanı olan ‰eymûs’un kızıdır. Züleyhâ, bir gece
rüyâsında güzel bir sûret görür ve ona âşık olur. Âşık olduğu şahıs,
Züleyhâ’nın ilk rüyâsında adından ve yurdundan söz etmez. İkinci rüyâsında ise,
Züleyhâ’nın sorusu üzerine kendini Mısır sultanı olarak takdim eder ve adının
Yûsuf olduğunu söyler:
“Var idi maπribde bir «ûb pādişāh
‰eymûs adlu şāh idi oluñ agāh
423
Zel«â adlu bir …ızı vardı anuñ
¢ızını begler dilerdi ol «anuñ
424
Gördi Züley«ā düşünde
bir gice 425
Bir ¡acā™ib §ûreti diñle nice
¡Âşı… oldı durdı Zel«ā aπladı
Göñli gözin
ol cemāle baπladı”
....
“Bir gice gördi Züley«ā hem anı
Didi aduñ ne yirüñ
a§luñ «anı
Yûsuf eydür Zel«âya bilgil ki sen 431
Kim Mı§ır
sul†ānıyam bil imdi sen”
Hatâyî-i Tebrizî (öl. ?)’den alıntıladığımız bu beyitler,[43]
ilâhî kitaplarda hiç bulunmayan bilgiler vermekte, Züleyhâ’nın ‰eymûs[44] adlı bir şâhın kızı olduğunu ve Yûsuf’a da gördüğü bir
rüyâ üzerine âşık olduğunu ifade etmektedir. Ne hazindir ki Züleyhâ, umduğuna
nâil olamamış ve henüz Mısır’a sultan olmamış olan Yûsuf yerine başka biriyle
nikahlanmıştır:
“Ol
Züley«â ânı görünce nihân
¡A…lı
gitti yere düşdi nâ-gehân
Ol
Melik çün ânı ¡â…il görmedi
‰aşra
vardı el ¡arûsa urmadı”
....
“Gül
§uyın §açdı ânuñ gül yüzine
Geldi
¡a…lı ol zaman kendözine
Dedi
ey †âye bu düş mi yâ «ayâl
Çı…madı
araduπum nûr-ı cemâl”
Ahmedî-i Âmidî (öl. 1175 h./1761 m.)’den iktibas ettiğimiz bu beyitler,[45] Yûsuf’u bulmak ümidiyle Mısır’a gelen ve evlendiği
sultanın Yûsuf olmadığını görünce aklı başından giden Züleyhâ’nın ıztırap dolu
anlarını tasvir etmektedir. Evlendiği adam hem yaşlı, hem çirkin ve hem de
iktidarsız olan Züleyhâ, düşündeki hoş cemâli bulamamanın hüznüyle âdeta
yanmıştır.
Mesnevî tarzı eserlerde göze çarpan diğer bir
mühim konu da Züleyhâ’nın aşkının platonik olmayışıdır:
“Çün Züley«âya
oldı Yûsuf yâr
Rûz u şeb oldı
yâra «idmet-kâr
∏âyete irdi âşinâlı…lar
Rûy gösterdi rûşenâlı…lar
İki başdan olub
mu√abbetler
Oldı peydâ nice
meveddetler
Giceler tâ be-§ub√ §o√bet idi
Tâ se√er ¡ar≥a-ı
mu√abbet idi
Geh Züley«â √ikâyet
eyler idi
Geh Yûsuf
rivâyet eyler idi”
Abdurrahmân Gubârî (öl. 982 h./1574 m.)’den iktibas ettiğimiz bu beyitlerde,[46]
Yûsuf’un da Züleyhâ’ya âşık olduğu ve bu iki âşığın sabahlara kadar muhabbet
etmekte oldukları dile getirilmiştir.
Mesnevîlerde anlatılan diğer hadiselere göre
Kıtfîr öldükten sonra Züleyhâ’nın başından bir yığın macera geçmiş, bir ara
çirkinleşip sonra Hz. Yûsuf’un duasıyla tekrar güzelleşmiş, Yûsuf ile evlenmiş,
Hz. Yûsuf’un ölümü üzerine de fazla dayanamayıp hayatını kaybetmiştir.[47]
E. “Yûsuf u
Züleyhâ” Adlı Manzûm Eserlere Çok Kısa Bir Bakış
Gerek Fars, Arap ve Urdu edebiyatlarında; gerek de Türk edebiyatında
“Yûsuf u Züleyhâ” başlığını taşıyan birçok manzûm ve mensûr esere tesâdüf
edilir. Fakat bu eserlerden yalnızca manzûm olanlar, edebî husûsiyetleri ve
dilsel mükemmellikleri açısından ayrıcalıklı bir konuma sahiptir. Manzûm
versiyonların mensûr olanlara nazaran daha güzel oluşlarının bir diğer sebebi
de bu tarz eserlerin, ozanların sazlarında değişik musiki nağmelerine bürünerek
kendilerini göstermiş olmalarıdır.
Türk edebiyatında “Yûsuf ve Züleyhâ” konusu, ilk kez hakkında hiçbir
bilgi bulunmayan Ali adında bir şahıs tarafından işlenmiştir.[48]
Tatar sahasında Kul Gali olarak bilinen mezkûr şahsın eseri, biri İbrahim
Akış (Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü) ve bir diğeri de Sinan
Uygur (Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü) tarafından olmak üzere iki
kez çalışılmıştır.
Klâsik edebiyatımızda “Yûsuf u Züleyhâ” adıyla eser veren en önemli
şahsiyetlerden biri de Şeyyad Hamza’dır. Bilim dünyasına ilk kez M. Fuad
Köprülü tarafından tanıtılan ve hakkında fazla bilgi bulunmayan bu şahsın
eseri, konuya hasredilmiş en meşhur eser olarak bilinir. Eserin son derece
güzel ve etkileyici bir üslûbu vardır. Söz konusu eser, Dehri Dilçin tarafından
1946’da neşredilmiştir.
Meşhur “Yûsuf u Züleyhâ” mesnevîlerinden biri de Fâtih’in lalası Molla
Akşemseddin’in oğlu Akşemseddinzâde Hamdullah Hamdi (öl. 909 h./1503 m.)
tarafından kaleme alınmıştır. Sultan II. Bayezid’e ithaf edilen bu eser, 6241
beyitten müteşekkil olup, Naci Onur tarafından yayımlanmıştır.
Tezkirelerde ve diğer tarihî tabakat kitaplarında hakkında herhangi bir
bilgiye tesâdüf edemediğimiz Erzurumlu Kadı Darîr tarafından yazılan
“Yûsuf u Züleyhâ” adlı güzel mesnevî de Leyla Karahan (Gazi Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü) tarafından 1985’te doktora tezi olarak çalışılmıştır.
Bu meşhur şâirlerden başka Türk edebiyatında “Yûsuf u Züleyhâ” ismiyle
eserler veren şâirlerden bazıları ise şunlardır: Haliloğlu Ali,[49] Süle
Fakih,[50] Ahmed,
Rabguzî, Hamzavî, Hâmidî, İbn Kemâl Ahmed b. Şemseddin Kemalpaşazâde,[51] Likâî
ve Behiştî Sinan Çelebi (öl. 979 h./1571 m.).[52]
SONUÇ
Klâsik Türk, Arap, Fars ve Urdu edebiyatlarında adına eserler yazılan
Züleyhâ, en meşhur peygamberlerden biri olan Hz. Yakûb’un (İbr. “יַעֲקֹב”) oğlu Hz. Yûsuf (İbr. “יוֺסֵף”) zamanında yaşamış ve ölmüştür. Mısır
Azîzi Kıtfîr (İbr. פּוֹטִיפָר) ile evli olan
Züleyhâ, kocasının evlât edinmek üzere eve getirdiği Yûsuf’tan yararlanmak
istemiş fakat bu konuda başarılı olamamıştır. Bütün yaptıklarına karşın Yûsuf’u
elde edemeyen Züleyhâ, sonunda kendisinin olmayı reddeden Yûsuf’a iftira etmiş
ve onun zindana atılmasına sebep olmuştur.
İlâhî literatürde, hevesperest bir kadın imajıyla takdim edilen ve adı
belirtilmeksizin sözü edilen Züleyhâ’nın başından geçen hadiseler, kutsal
kitaplarda sonraki nesillere ibret vermek üzere nakledilmiş ve bu nakillerle de
insanların bahsi geçen olaylardan gerekli dersi çıkarmaları amaç edinilmiştir.
Bu sebeple de kutsal kitaplarda, kahramanımızın insanlığa hiçbir fayda
sağlamayacak olan isim ve künyesi verilmek yerine sadece başından geçen ibret
dolu serüvenin anlatımı tercih edilmiştir.
Beşerî literatürde ise, tam aksine Züleyhâ’nın yaşadıkları, ibret verici
bir kıssa olmaktan çıkarılmış ve karakterini tamamen değiştirerek masûm ve içli
bir aşk hikâyesi şekline bürünmüştür. Gerek sözlü ve gerek de yazılı
varyantlarıyla gâh nazma ve gâh da nesre çekilmiş olan “Yûsuf u Züleyhâ”
hikâyelerinde Hz. Yûsuf, bir peygamber olma niteliğini neredeyse kaybetmiş,
aşkı uğruna çöllere düşen “Mecnûn” gibi bir aşk kahramanı olarak
resmedilmiştir.
Züleyhâ ise, güzelliğin timsâli addedilen Hz. Yûsuf’a olan aşkında yalnız
bırakılmamış ve kutsal kitapların aksine, edebiyat sahnesinde şiddetli bir
aşkın pençesine takılmış pâk bir güzel olarak canlandırılmıştır. Züleyhâ’ya
yüklenen bu rol, her şâirin kaleminde farklı bir lezzetle yoğrulup ölümsüz bir
destanın oluşturulmasına zemin hazırlamıştır. “Yûsuf u Züleyhâ” adını taşıyan bütün
eserler, işte böyle bir edebî zeminin mahsulleri olarak kabul edilmelidir.
BİBLİYOGRAFYA
Aktaş, Hasan, Abdurrahman Gubârî Yûsuf u Züleyhâ,
Atatürk Ünv. Sos. Bil. Ens., 2006.
Âmulî, Pertovî, Rısehâ-yi Târîhî-yi Emsal o Hikem,
İntişârât-i Senâ’î, Tahran, 1374 hş.
Ateş, Süleyman, Kur’ân-ı Kerîm Meâli, Yeni
Ufuklar Neşriyat, 1975.
Baring-Gould, Sabine, Legends of Old Testament
Characters from the Talmud and Other Sources, Macmillan and Co., London &
New York, 1871.
Çiftçi, Hasan, Halk
Kültürü ve Edebiyatta Kadınla İlgili Deyim ve Atasözleri (Farsça-Türkçe),
Erzurum, 2008, s. 245-247. [Yayımlanmamış kitap]
Demir, Recep, Hatâyî-i
Tebrizî ve Mollâ Câmî’nin Yûsuf u Züleyhâ Mesnevîleri Üzerinde Karşılaştırmalı
Bir İnceleme, Yüzüncü Yıl Ünv. Sos. Bil. Ens., 2006.
Doğan, Ramadan, Ahmedî-i
Âmidî’nin Yûsuf u Züleyhâsı, Marmara Ünv. Sos. Bil. Ens., 2005.
Dolu, Halide, Menşeinden
Beri Yûsuf Hikâyesi ve Türk Edebiyatı’ndaki Versiyonları, İstanbul, 1953.
Ebû Hayyân, Muhammed b.
Yûsuf el-Endelusî, el-Bahru’l-Muhît, nşr. Âdil Ahmed Abdulmevcûd ve
dğr., Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut,
1413/1993.
Goldman, Shalom, The Wiles of Women / the
Wiles of Men: Joseph and Potiphar’s Wife in Encient Near Eastern Jewish and
Islamic Folklore, State University of New York Press, New York, 1995.
Hughes, Thomas Patrick, A Dictionary of Islam,
W. H. Allen & Co., London, 1895.
İbn Atiyye, el-Muharraru’l-Vecîz fi
Tefsîri'l-Kitâbi'l-Azîz, nşr. Abdusselâm A. Muhammed, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye,
Beyrut, 1422/2001.
İbn Kesîr, İmâduddîn Ebu’l-Fidâ’
İsmail, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, nşr. Mustafa es-Seyyid Muhammed ve
dğr., Muessesetu Kurtuba, Kahire, 1421/2000.
İbn Kuteybe, Ebû Muhammed
Abdullâh b. Muslim, Tefsîru
Garîbi’l-Kur’ân, nşr. es-Seyyid Ahmed Sakr, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye,
Beyrut, 1398/1978.
Jeffery,
Arthur J., The Foreign Vocabulary of the Qur’ân, Oriental Institute, Baroda,
1938.
Kur’ân-ı Kerîm, Mucemme’u’l-Melik Fahd li-Tıbâ’ati’l-Mushafi’ş-Şerîf,
Mekke, 1425/2005.
Kutsal Kitap (Kitâb-ı Mukaddes), Kitabı
Mukaddes Şirketi, İstanbul, 2001.
Muş, Züleyhâ, Arap ve Türk Edebiyatlarında “Yûsuf
u Züleyhâ” Hikâyelerinin Mukayesesi, Marmara
Ünv. Sos. Bil. Ens., 2000.
Rogers, Robert William, Great Characters of the
Old Testament, The Methodist Book Concern, New York, 1920.
Se’âlibî, el-Cevâhiru'l-Hisân fî Tefsîri'l-Kur'ân, nşr.
Âdil Ahmed Abdulmevcûd ve dğr., Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî,
Beyrut, 1418/1997.
Suyûtî, Celâluddîn, ed-Durru’l-Mensûr
fi’t-Tefsîri bi’l-Me’sûr, nşr. Abdullah b. Abdulmuhsin et-Turkî, Merkezu
Hicr li’l-Buhûsi ve’d-Dirâsâti’l-Arabiyye ve’l-İslâmiyye, Kahire, 1424/2003.
Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr, Târîhu’t-Taberî:
Târîhu’r-Rusul ve’l-Mulûk, nşr. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrâhîm, Beyrut, tsz.
______,
Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân,
nşr. Abdullah b. Abdulmuhsin et-Turkî, Dâru Hicr, Kahire, 1422/2001.
The Holy Bible, (World English Bible), USA,
2007.
Walker, John, Bible Characters in the Koran,
Paisley: Alexander Gardner Ldt., London, 1931.
White, Wilbert Webster, Studies in Old Testament
Characters, The International Comittee of Youngs Men’s Christian
Associations, New York, 1904.
Whyte, Alexander, Bible Characters, Oliphant
Anderson and Ferrier, Edinburgh, 1896-1902.
Williams, Isaac, The Characters of the Old
Testament, Rivingtons, London, 1876.
Yâhakkî, Muhammed Ca’fer, Ferheng-i Esâtir,
Surûş Tahran, 1375 hş.
Zemahşerî, Cârullah Ebu’l-Kâsım
Mahmûd b. Umer, el-Keşşâf an Hakâiki Ğavâmidi’t-Tenzîl ve Uyûni’l-Ekâvîl fî
Vucûhi’t-Te’vîl, nşr. Âdil Ahmed Abdulmevcûd ve dğr., Mektebetu’l-Ubeykân, Riyad,
1418/1998.
*
Bu makale, 2009’da, Atatürk Üniversitesi’ne bağlı “Türkiyat Araştırmaları
Enstitüsü” tarafından neşredilen Türkiyat Araştırmaları Dergisi’nin 40.
sayısının 59-74 numaralı sayfalarında yayımlanmıştır.
[1] Bkz. Kur’ân,
12:3.
[2] Kur’ân
kıssaları hakkında bilgi için bkz. İdris Şengül, Kur’an Kıssaları Üzerine,
Nil Yay., İzmir, 1994.
[3] Bu
makalenin oluşumu esnasında çeşitli konularda yardımlarını gördüğümüz kıymetli
Arap Dili âlimi Prof. Dr. Süleyman Tülücü ve kıymetli Fars Dili âlimi Prof.
Dr. Hasan Çiftçi’ye müteşekkiriz.
[4]
Kelimenin yazılışı için bkz. Ebû Hayyân el-Endelusî, el-Bahru’l-Muhît, nşr.
Âdil Ahmed Abdulmevcûd ve dğr., Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1413/1993, c.
V, s. 292.
[5] Sözü
edilen kurumun web sitesinde (http://www.tdk.gov.tr) bulunan Kişi Adları
Sözlüğü’ne bkz.
[6] Hasan
Çiftçi, Halk Kültürü ve Edebiyatta Kadınla İlgili
Deyim ve Atasözleri, Erzurum, 2008, s.
245.
[7] İbn
Atiyye, el-Muharraru’l-Vecîz fi Tefsîri'l-Kitâbi'l-Azîz, nşr. Abdusselâm
A. Muhammed, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1422/2001, c. III, s. 231.
[8] İbn
Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, nşr. Mustafa es-Seyyid Muhammed ve dğr.,
Muessesetu Kurtuba, Kahire, 1421/2000, c. VIII, s. 25. (Ya da “Ra¡âyil” bkz. Ebû Hayyân, a.g.e.,
c. V, s. 293.)
[9] Ebû
Hayyân, a.g.e., c. V, s. 293.
[10] İsmin
bu kısmı Taberî Tarihi’nde “¿ervân”
olarak verilmiştir. Bkz. Taberî, Târîhu’t-Taberî: Târîhu’r-Rusul ve’l-Mulûk, nşr. Muhammed Ebu’l-Fadl
İbrâhîm, Beyrut, tsz., c. I, s. 335.
[11] Ebû
Hayyân, a.g.e., c. V, s. 292 vd.
[12]
Zemahşerî, el-Keşşâf an Hakâiki Gavâmidi’t-Tenzîl
ve Uyûni’l-Ekâvîl fî Vucûhi’t-Te’vîl, nşr.
Âdil Ahmed Abdulmevcûd ve dğr., Mektebetu’l-Ubeykân, Riyad, 1418/1998, c. III,
s. 265 vd.
[13]
Robert Louis Stevenson, The History of Moses, Pennsylvania, 1919, s. 3;
Alexander Whyte, Bible Characters, Oliphant Anderson and Ferrier,
Edinburgh, 1896-1902, c. I, s. 251.
[14] Ebû
Hayyân, a.g.e., c. V, s. 292 vd.
[15]
Züleyhâ Muş, Arap ve Türk Edebiyatlarında Yûsuf u Züleyhâ Hikâyelerinin
Mukayesesi, Marmara Ünv. Sos. Bil. Ens., İstanbul, 2000, s. 18-19.
[16] Zemahşerî, a.g.e.,
c. III, s. 265; İbn Kesîr, a.g.e., c. VIII, s. 25.
[17] İbn
Kesîr, a.g.e., c. VIII, s. 25; Thomas Patrick Hughes, A Dictionary of
Islam, W. H. Allen & Co., Londra, 1895, s. 464. Kitâb-ı Mukaddes’te
Potiphar’ın “Muhafız Birliği Komutanı” olduğu ifade edilir (bkz. The Holy
Bible, 39:1; Kutsal Kitap Yeni Çeviri, 39:1).
[18]
Sabine Baring-Gould, Legends of Old Testament Characters from the Talmud and
Other Sources, Macmillan and Co., Londra-New York, 1871, s. 218; Isaac
Williams, The Characters of the Old Testament, Rivingtons, London, 1876,
s. 82.
[19]
Taberî, a.g.e., c. I, s. 335.
[20]
Zemahşerî, a.g.e., c. III, s. 265; John Walker, Bible Characters
in the Koran, Alexander Gardner Ltd., London, 1931, s. 121.
[21]
Se’âlibî, el-Cevâhiru'l-Hisân fî Tefsîri'l-Kur'ân, nşr. Âdil Ahmed Abdulmevcûd ve dğr., Dâru
İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut, 1418/1997, c. III, s. 317.
[22] Ebû
Hayyân, a.g.e., c. V, s. 292.
[23]
Taberî, a.g.e., c. I, s. 335.
[24]
Se’âlibî, a.g.e. c. III, s. 317.
[25] A.g.e.
ve a.y.
[26] John
Walker, a.g.e., s. 121.
[27] İbn
Atiyye, a.g.e., c. III, s. 231. Müfessir Mücâhid aksi görüştedir (bkz. A.g.e.
ve a.y.).
[28] Züleyhâ’nın
ilahî literatür ve folklordeki yeri için bkz. Shalom Goldman, The Wiles of
Women / the Wiles of Men: Joseph and Potiphar’s Wife in Encient Near Eastern
Jewish and Islamic Folklore, State University of New York Press, New York,
1995, s. 31-57.
[29] “Potiphar’ın
Karısı” veya “Yûsuf’un Efendisinin
Karısı” (bkz. The Holy Bible,
39:1-23; Kutsal Kitap Yeni Çeviri, 39:1-23).
[30] Kutsal Kitap Yeni
Çeviri, 39:6-21; The Holy Bible, 39:6-21.
[31] Bkz. Kur’ân, 12:30.
[32] Bkz. Kur’ân,
12:21.
[33] Süleyman Ateş, Kur’ân-ı
Kerîm Meâli, Yeni Ufuklar Neşriyat, 1975, s. 237.
[34] Bu
hadise, İslâm âlimleri tarafından tartışılmış ve Fahruddîn er-Râzî gibi bazı
müfessirler tarafından şiddetle reddedilmiştir.
[35]
Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr fi’t-Tefsîri
bi’l-Me’sûr, nşr. Abdullâh
b. Abdulmuhsin et-Turkî, Merkezu Hicr li’l-Buhûs ve’d-Dirâsâti’l-Arabiyye
ve’l-İslâmiyye, Kahire, 1424/2003, c. VIII, s. 189.
[36] İbn
Kuteybe, Tefsîru Garîbi’l-Kur’ân, nşr. es-Seyyid Ahmed Sakr, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye,
Beyrut, 1398/1978, s. 215; Suyûtî, a.g.e. ve a.y.; Zemahşerî, a.g.e.,
c. III, s. 267.
[37] Ahmed
b. Muhammed el-Bennâ, İthâfu Fudalâi’l-Beşer bi’l-Kırââti’l-Erba’a Aşer,
nşr. Şa’bân Muhammed İsmâîl, Âlemu’l-Kutub, Beyrut, 1407/1987, c. II, s. 143.
[38] İbn
Bâziş, el-İknâ fi’l-Kırââti’s-Seb’, nşr. Abdulmecîd Katâmiş, Câmi’atu
Ummi’l-Kurâ, Mekke, 1403/1982, c. II, s. 670.
[39]
Mekkî b. Ebî Tâlib el-Kaysî, er-Ri’âye li-Tecvîdi’l-Kırâ’e, nşr. Ahmed
Hüseyin Ferhât, Dâru Ammâr, Amman, 1428/2008, s. 117.
[40] Bkz. Necati Tetik, Cezerî
İlâveli Karabaş Tecvîdi, İhtar Yay., İstanbul, 1993, s. 71.
[41] Süleyman Ateş, a.g.e.,
s. 237-238.
[42] A.g.e., 238.
[43] Recep Demir, Hatâyî-i Tebrizî ve Mollâ Câmî’nin Yûsuf u
Züleyhâ Mesnevîleri Üzerinde Karşılaştırmalı Bir İnceleme, Yüzüncü
Yıl Ünv. Sos. Bil. Ens., Van, 2006, s. 172.
[44] Bu
şahsın adı Ahmedî-i Âmidî’nin “Yûsuf’u Züleyhâ” adını taşıyan mesnevîsinde “‰aymış” şeklinde verilir (bkz. Ramadan
Doğan, Ahmedî-i Âmidî’nin Yûsuf u Züleyhâsı, Marmara Ünv. Sos. Bil. Ens., İstanbul, 2005, s. 140).
[45] Ramadan Doğan, a.g.e., s. 144-145.
[46] Hasan Aktaş, Abdurrahman
Gubârî Yûsuf u Züleyhâ, Atatürk Ünv. Sos. Bil. Ens., 2006, s. 114-115.
[47] Bütün bu tafsilat için
Hamdullah Hamdi’nin “Yûsuf u Züleyhâ” adlı mesnevîsine bakılabilir.
[48] M. Fuad Köprülü, Türk
Edebiyatı Tarihi, Akçağ Yay., Ankara, 2003, s. 235 vd.
[49] Bu şahsın eseri, Rasim
Deniz tarafından Fırat Üniversitesi’nde doktora tezi olarak çalışılmıştır.
[50] Bu şahsın eseri, Kazım
Köktekin tarafından Atatürk Üniversitesi’nde doktora tezi olarak çalışılmıştır
[51] Bu şahsın eseri, Mustafa
Demirel tarafından çalışılmıştır.
[52] Bu
konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Halide Dolu, Menşeinden Beri Yûsuf Hikâyesi
ve Türk Edebiyatı’ndaki Versiyonları, İstanbul, 1953, s. 12 vd.; Ramadan
Doğan, a.g.e., s.
17-25.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder