2 Ekim 2015 Cuma

KUR’ÂN, EVRENSELLİK, TARİHSELLİK

I. KUR’ÂN’IN EVRENSELLİĞİ

İslâm dünyasında öteden beri dile getirilen bir ifade vardır: “Kur’ân evrensel bir kitaptır!” Son derece kısa ve öz olan bu cümle, aynı dünya üzerinde yaşayan insanlardan bir kısmının, yani Müslümanların inanç sistemlerine ait olan bir şeyin dile getirilmiş şeklidir ama neyin? Sözün gelişi, takrîben bin beş yüz yıl önce Arabistan yarımadasında şekillenen, ilk muhatapları Arap olan ve dolayısıyla da Arapçada vücut bulan bir kitabın evrensel olması neyi ifade eder? Bu soruya verilecek olan cevap, “evrensel”in ya da “evrensellik”in neliğiyle ilgilidir. Zira “evrensel”in ya da “evrensellik”in tanımı yapılmadan, herhangi bir şeyin, bu kavramın muhtevâsına dâhil olup olmadığı tartışılamaz. 
Peki öyleyse “evrensel” nedir? Bir şeyin “evrensel” olup olmadığına kim, neye dayanarak karar verir? Ya da “evrensel olan”a nasıl ulaşılır? Bütün bu sorulara, üzerinde herkesin anlaşabileceği bir cevap vermek hiç şüphesiz kolay bir iş değildir. Belki mümkün değildir de denebilir. Ama yine de sözü edilen kavram için büyük çoğunluk itibarıyla aklî bir müşterek de belirlenebilir.
“Evrensel”in tanımı için aklımızın bizi sürüklediği sonuç şudur: “Evrensel; hangi zamana, coğrafyaya ve ırka ait olursa olsun, insanî müştereklerle sınırlarını zorlayıp aşan her şeydir.” Bu tanıma göre “evrensel olan”ın; zaman, ırk, dil, coğrafya, kültür vs. gibi mutlak insan iradesinin üstünde varlık gösteren kavramların dışına taşabilecek bir kabiliyete sahip olduğunu, insana ait olan ortak değerler etrafında teşekkül ettiğini ve bu yüzden de -birtakım insanlar istisna edilebilirse de- hemen herkes için dikkate alınabilir ve kabul edilebilir bir şey olduğunu, en azından hoşgörüye zemin oluşturacak makul yönlerinin bulunduğunu söyleyebiliriz. Üstelik bu vasıfları taşıyan bir şeyin, hareket noktası olarak mahallî bir başka şeyi esas alması da durumu hiçbir şekilde değiştirmeyecektir. Zira mezkûr şey, mahallî öğelerle şekillenecek olsa da kendisine muhatap olarak temeli, yani “insan”ı seçer ve mesajını, “insan” paydasında verir.  
Genelde bir metnin, özelde ise Kur’ân’ın evrensel oluşu meselesi, üzerinde ayrıca durulması gereken bir konudur. Bununla birlikte -Batı’da metin kritisizminin yaygınlaşmasıyla gelişen; bir metnin içeriğini oluşturan kahraman kadrosunu, bu kadronun başından geçen hadiseleri ve bu hadiselerin gerçekleştiği şartları, o tarihin sınırlarıyla kayıt altına alma gibi görünüşte masum ama temelde doğru olmayan “aşırı tarihselci” bakış açısı bir tarafa bırakılacak olursa- Kur’ân’ın, Arapların şahsında tüm insanlık için söyleyeceği bir şey vardır ve bu yönüyle de o, evrensel bir özellik taşır diyebiliriz. Zira onun ilk muhatabı her ne kadar Arap ise de o, genel olarak “insan”ı hedef alır ve söyleyeceklerini insan paydasında söyler.
Bu açıdan bakıldığında -örneğin- başka bir kutsal kitap olarak kabul gören günümüz Eski Ahit’inin durumunun değiştiği görülür. Zira Kur’ân’ın aksine bugünkü Eski Ahit, kendisine muhatap olarak “insan”ı değil, “Yahudilik vasfı taşıyan insan”ı seçer. Bundan ötürü o, “evrensel” bir kitap değildir ve onun böyle bir iddiası da yoktur. Ama Kur’ân, kendisini “huden li’n-nâs / insanlar için bir hidâyet rehberi” olarak[1] tanımlar ve muhatabının tüm insanlık olduğu üzerinde ısrarla durur. Bu yüzdendir ki birçok âyetinde, kendisine hitap olarak “Yâ eyyuhe’n-nâs! / Ey insanlar!” ifadesini seçer.
Fakat Kur’ân’ın evrensel gerçekliği, “aşırı evrenselci” diye tanımlayabileceğimiz birçok araştırmacı tarafından -akıl, nakil ve bilimsel kriterler dikkate alındığında- doğru yorumlanamamış ve bu konu, gerçek varlık alanının dışında fantastik bir hal almaya başlamıştır. “Aşırı Evrenselci” yaklaşım diye adlandırabileceğimiz bu düşünce yapısı, Kur’ân’ın bütün zamanlar, mekânlar ve coğrafyalar için söyleyecek bir sözü olmasının dışında, onu tüm zamanların ilimlerini ihtiva eden ve zamanı geldiğinde de bu özelliğini gün ışığına çıkararak mucizevî yönünü ifşa eden şifreli bir kitap olarak telakki etmiş ve böyle göstermeye çalışmıştır.
Hâlbuki Kur’ân’ın evrensel oluşu, onun tarihsel arkaplanı ile nüzûl asrının gerektirdiği konjonktür ışığında her çağın insanının yaşayışını tanzim etmeye yönelik eskimez bir yapısının olmasıdır. Buna göre şartlar ne kadar değişirse değişsin, Kur’ân’ın insanlık için münasip gördüğü temel ve müşterek ilkeler, ihtiyaca cevap verebilecek bir mahiyet arz etmektedir.   
Bu noktada Fil Sûresi, çok güzel bir örnek teşkil eder. Bu sûrede sözü edilen olay “Fil Vak’ası” olarak bilinir ve sûrede, Ebrehe adlı bir komutan riyâsetinde Kâbe’yi yıkmaya gelen büyük bir ordunun mucizevî bir şekilde nasıl mağlup edildiğinden söz edilir. Sûrenin muhtevasını oluşturan bu hadise; Miladî 571 senesinde, yani zamanımızdan 1442 sene önce gerçekleşmiş olduğuna göre bu tarihî olay, günümüz için ne söylemektedir? Tek cümle ile cevap vermek gerekirse “Bu sûre; ahlaksız gücün, hazîn sonunu nazara vererek tekerrürden ibaret olan tarihin yazıcıları konumundaki insanoğlunu ibret almaya davet etmektedir.
Yoksa Kur’ân’ın evrenselliği, onun her çeşit bilimsel keşfi ya da yaş kuru her şeyi muhtevasına gizlemiş olması -ki öyledir- veyahut da onun gelecekten haber veren sırlı bir gayb kitabı olması değildir. Aksine o, varlık alanında, reel bir konuma sahip olan ve içerisinde insanoğlunun hayal dünyasının ürünü olarak şekillenen fantastik fantezi ve öğelere yer vermeyecek ölçüde ciddi bir kitaptır.[2] 

II. KUR’ÂN’IN TARİHSELLİĞİ

            Günümüzde bazı akademisyen ve araştırmacılar tarafından Kur’ân’ı yorumlama usûlü içerisinde değerlendirilen bir diğer okuma ve anlama biçimi de Hermenötik (İng. Hermeneutics)’in bir dalı olarak vücut bulan “Tarihselcilik”tir. Yunanca asıllı bir kelime olan “hermeneutike”, Antik Yunan tanrılarından oluşan panteonun mühim simalarından biri olan ve diğer tanrıların mesajlarını yorumlamasıyla bilinen Hermes’e göndermede bulunur.
Hristiyan âleminin teologları arasında cereyan eden münakaşalar neticesinde, Kitâb-ı Mukaddes kritisizmi ile doğan ve “yorumlama” anlamına gelen “hermenötik”, ilk anlamı itibarıyla bir dinî metinleri yorumlama ve metot bilgisi olarak karşılık bulsa da zaman içerisinde teoloji alanın dışına taşarak daha genel anlamda yorumlama ilkeleri vazeden felsefî bir disiplin halini almıştır. Bu haliyle de sözü edilen disiplin, Batı’da “metin yorum bilimi” olarak algılanır ve biri İskenderiye retorikçilerinin metin araştırmaları, diğeri de Helenistik dönemin[3] Kilise Babaları ve Yahudi Midraşik[4] yorumu olmak üzere iki kaynaktan beslenir. Bu ilim, herhangi bir metnin maksadını ortaya koyma ve yorumlamayı esas alır.[5]
Tarihselcilik ise hermenötik alan içerisinde varlık gösterir ve bütün metinleri, şekillendirildikleri tarihin bir tanığı olarak kabul eder. Buradan hareketle de her metni, teşekkül tarihinin panoramasını yeniden görmemizi sağlayan bir resim olarak değerlendirir. Hatta o, bu noktada metni oluşturan yazarın niyetini okuma iddiasındadır.
Özelde Kur’ân’ı inceleme alanına alan tarihselci yaklaşım ise; onu, tarihî-sosyolojik olgulara ve gelişmelere uygun bir şekilde varlık gösteren bir metin olarak algılar ve Kur’ân mesajının sadece kendisinden hareketle değil, aynı zamanda oluştuğu tarihî arkaplan ya da bağlamı da dikkate alınarak doğru anlaşılabileceğinden söz eder. Buna göre tarihsel hadiseler ve dolayısıyla da metnin bağlamı, onun için bir izlek konumundadır ve bu izlekle ilahî vahyin tabiatine ulaşılarak mesaj doğru kodlanmış ve anlaşılmış olur.
Tarihselci Kur’ân anlayışına göre, Kur’ân’ın vahyediliş öncesi metafizik konumu hiçbir değer ifade etmez. Bu anlayış, Kur’ân’ı yorumlarken, onun, risâlet yıllarında vahiy sonrası tecrübe edilen tarihî olgularla irtibatlı olarak vücut bulan metnini dikkate alır.
Nesnel bir yaklaşım biçimi olarak tarihselcilik, Kur’ân mesajını, teşekkül ettiği zaman dilimi olarak gördüğü ilk asra hasrederek anlama iddiasında iken zaman içerisinde gelişen ve geçmişten getirdiği tecrübelerle yoğrulan bugünün bireysel ve toplumsal olgu ve durumlarını görmezden gelmekte ve bu yönüyle de gerçek evrensellik ülküsüne ulaşamamaktadır. Zira mezkûr anlayış çerçevesinde değerlendirilen ve sadece oluştuğu dönem dikkate alınarak yorumlanan ilahî mesaj, yer yer tarihsel bağlamına hapsedilerek, evrensel ilkeler oluşturabilme imkânından mahrum bırakılmaktadır ki bu durum, Kur’ân’a tek yönlü ve eksik bir bakışın ifadesi olmaktan öteye geçememektedir.  




[1] Bakara, 185.
[2] Evrensellik ve genel olarak İslâm’ın ve Kur’ân’ın evrenselliği hakkında geniş bilgi için bk. Fethi Yeken, İdeolojilerin Çöküşü ve İslâm’ın Evrenselliği, Ravza Yay., İstanbul, 1998; Talip Özdeş, İslâm’ın Evrenselliği, Fecr Yay., Ankara, 2008; M. Fatih Kesler, Kur’ân-ı Kerîm’in Evrenselliği, Esra Yay., Konya, tsz.  
[3] Büyük İskender’in zafer ve istilalarıyla başlayan Antik Alem’de, Yunan etkisinin zirve olduğu dönemin adı. Bu dönemle ilgili geniş bilgi için bk. Thomas R. Martin, Eski Yunan: Tarihöncesinden Helenistik Çağ’a, Say Yay., Ankara, 2012.
[4] İbranî dilinde “midraş / מדרש”, Eski Ahit’in Aramî dilindeki tefsirlerine verilen addır.
[5] Hermenötik ile ilgili geniş bilgi için bk. Richarde E. Palmer, Hermenötik, çev. İbrahim Görener, Ağaç Kitabevi Yay., İstanbul, 2008; Gerard Bruns, Antik Hermenötik, çev. İhsan Durdu, Yeni Zamanlar Yay., İstanbul, 2001; Burhanettin Tatar, Felsefi Hermenötik ve Yazarın Niyeti, Vadi Yay., Ankara, 1999; Werner G. Jeanrond, Teolojik Hermenötik, çev. Emir Kuşçu, İz Yay., İstanbul, 2007.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder