I. KUR’ÂN’IN EVRENSELLİĞİ
İslâm
dünyasında öteden beri dile getirilen bir ifade vardır: “Kur’ân evrensel bir
kitaptır!” Son derece kısa ve öz olan bu cümle, aynı dünya üzerinde yaşayan
insanlardan bir kısmının, yani Müslümanların inanç sistemlerine ait olan bir
şeyin dile getirilmiş şeklidir ama neyin? Sözün gelişi, takrîben bin beş yüz
yıl önce Arabistan yarımadasında şekillenen, ilk muhatapları Arap olan ve
dolayısıyla da Arapçada vücut bulan bir kitabın evrensel olması neyi ifade
eder? Bu soruya verilecek olan cevap, “evrensel”in ya da “evrensellik”in
neliğiyle ilgilidir. Zira “evrensel”in ya da “evrensellik”in tanımı yapılmadan,
herhangi bir şeyin, bu kavramın muhtevâsına dâhil olup olmadığı
tartışılamaz.
Peki
öyleyse “evrensel” nedir? Bir şeyin “evrensel” olup olmadığına kim, neye
dayanarak karar verir? Ya da “evrensel olan”a nasıl ulaşılır? Bütün bu
sorulara, üzerinde herkesin anlaşabileceği bir cevap vermek hiç şüphesiz kolay
bir iş değildir. Belki mümkün değildir de denebilir. Ama yine de sözü edilen
kavram için büyük çoğunluk itibarıyla aklî bir müşterek de belirlenebilir.
“Evrensel”in
tanımı için aklımızın bizi sürüklediği sonuç şudur: “Evrensel; hangi zamana,
coğrafyaya ve ırka ait olursa olsun, insanî müştereklerle sınırlarını zorlayıp
aşan her şeydir.” Bu tanıma göre “evrensel olan”ın; zaman, ırk, dil, coğrafya,
kültür vs. gibi mutlak insan iradesinin üstünde varlık gösteren kavramların
dışına taşabilecek bir kabiliyete sahip olduğunu, insana ait olan ortak
değerler etrafında teşekkül ettiğini ve bu yüzden de -birtakım insanlar istisna
edilebilirse de- hemen herkes için dikkate alınabilir ve kabul edilebilir bir
şey olduğunu, en azından hoşgörüye zemin oluşturacak makul yönlerinin
bulunduğunu söyleyebiliriz. Üstelik bu vasıfları taşıyan bir şeyin, hareket
noktası olarak mahallî bir başka şeyi esas alması da durumu hiçbir şekilde
değiştirmeyecektir. Zira mezkûr şey, mahallî öğelerle şekillenecek olsa da
kendisine muhatap olarak temeli, yani “insan”ı seçer ve mesajını, “insan”
paydasında verir.
Genelde
bir metnin, özelde ise Kur’ân’ın evrensel oluşu meselesi, üzerinde ayrıca
durulması gereken bir konudur. Bununla birlikte -Batı’da metin kritisizminin
yaygınlaşmasıyla gelişen; bir metnin içeriğini oluşturan kahraman kadrosunu, bu
kadronun başından geçen hadiseleri ve bu hadiselerin gerçekleştiği şartları, o
tarihin sınırlarıyla kayıt altına alma gibi görünüşte masum ama temelde doğru
olmayan “aşırı tarihselci”
bakış açısı bir tarafa bırakılacak olursa- Kur’ân’ın, Arapların şahsında tüm
insanlık için söyleyeceği bir şey vardır ve bu yönüyle de o, evrensel bir
özellik taşır diyebiliriz. Zira onun ilk muhatabı her ne kadar Arap ise de o,
genel olarak “insan”ı hedef alır ve söyleyeceklerini insan paydasında söyler.
Bu
açıdan bakıldığında -örneğin- başka bir kutsal kitap olarak kabul gören günümüz
Eski Ahit’inin durumunun değiştiği görülür. Zira Kur’ân’ın aksine bugünkü Eski
Ahit, kendisine muhatap olarak “insan”ı değil, “Yahudilik vasfı taşıyan insan”ı
seçer. Bundan ötürü o, “evrensel” bir kitap değildir ve onun böyle bir iddiası
da yoktur. Ama Kur’ân, kendisini “huden li’n-nâs / insanlar için bir hidâyet
rehberi” olarak[1] tanımlar
ve muhatabının tüm insanlık olduğu üzerinde ısrarla durur. Bu yüzdendir ki
birçok âyetinde, kendisine hitap olarak “Yâ eyyuhe’n-nâs! / Ey insanlar!” ifadesini
seçer.
Fakat
Kur’ân’ın evrensel gerçekliği, “aşırı evrenselci” diye tanımlayabileceğimiz
birçok araştırmacı tarafından -akıl, nakil ve bilimsel kriterler dikkate
alındığında- doğru yorumlanamamış ve bu konu, gerçek varlık alanının dışında
fantastik bir hal almaya başlamıştır. “Aşırı Evrenselci” yaklaşım diye
adlandırabileceğimiz bu düşünce yapısı, Kur’ân’ın bütün zamanlar, mekânlar ve
coğrafyalar için söyleyecek bir sözü olmasının dışında, onu tüm zamanların ilimlerini
ihtiva eden ve zamanı geldiğinde de bu özelliğini gün ışığına çıkararak
mucizevî yönünü ifşa eden şifreli bir kitap olarak telakki etmiş ve böyle
göstermeye çalışmıştır.
Hâlbuki
Kur’ân’ın evrensel oluşu, onun tarihsel arkaplanı ile nüzûl asrının
gerektirdiği konjonktür ışığında her çağın insanının yaşayışını tanzim etmeye
yönelik eskimez bir yapısının olmasıdır. Buna göre şartlar ne kadar değişirse
değişsin, Kur’ân’ın insanlık için münasip gördüğü temel ve müşterek ilkeler,
ihtiyaca cevap verebilecek bir mahiyet arz etmektedir.
Bu
noktada Fil Sûresi, çok güzel bir örnek teşkil eder. Bu sûrede sözü
edilen olay “Fil Vak’ası” olarak bilinir ve sûrede, Ebrehe adlı bir komutan
riyâsetinde Kâbe’yi yıkmaya gelen büyük bir ordunun mucizevî bir şekilde nasıl mağlup
edildiğinden söz edilir. Sûrenin muhtevasını oluşturan bu hadise; Miladî 571
senesinde, yani zamanımızdan 1442 sene önce gerçekleşmiş olduğuna göre bu
tarihî olay, günümüz için ne söylemektedir? Tek cümle ile cevap vermek
gerekirse “Bu sûre; ahlaksız gücün, hazîn sonunu nazara vererek tekerrürden
ibaret olan tarihin yazıcıları konumundaki insanoğlunu ibret almaya davet
etmektedir.”
Yoksa
Kur’ân’ın evrenselliği, onun her çeşit bilimsel keşfi ya da yaş kuru her şeyi
muhtevasına gizlemiş olması -ki öyledir- veyahut da onun gelecekten haber veren sırlı bir
gayb kitabı olması değildir. Aksine o, varlık alanında, reel bir konuma sahip
olan ve içerisinde insanoğlunun hayal dünyasının ürünü olarak şekillenen fantastik
fantezi ve öğelere yer vermeyecek ölçüde ciddi bir kitaptır.[2]
II. KUR’ÂN’IN
TARİHSELLİĞİ
Günümüzde bazı akademisyen ve
araştırmacılar tarafından Kur’ân’ı yorumlama usûlü içerisinde değerlendirilen
bir diğer okuma ve anlama biçimi de Hermenötik (İng. Hermeneutics)’in
bir dalı olarak vücut bulan “Tarihselcilik”tir. Yunanca asıllı bir kelime olan
“hermeneutike”, Antik Yunan tanrılarından oluşan panteonun mühim simalarından
biri olan ve diğer tanrıların mesajlarını yorumlamasıyla bilinen Hermes’e
göndermede bulunur.
Hristiyan
âleminin teologları arasında cereyan eden münakaşalar neticesinde, Kitâb-ı
Mukaddes kritisizmi ile doğan ve “yorumlama” anlamına gelen “hermenötik”, ilk
anlamı itibarıyla bir dinî metinleri yorumlama ve metot bilgisi
olarak karşılık bulsa da zaman içerisinde teoloji alanın dışına taşarak daha
genel anlamda yorumlama ilkeleri vazeden felsefî bir disiplin halini
almıştır. Bu haliyle de sözü edilen disiplin, Batı’da “metin yorum bilimi”
olarak algılanır ve biri İskenderiye retorikçilerinin metin araştırmaları,
diğeri de Helenistik dönemin[3]
Kilise Babaları ve Yahudi Midraşik[4]
yorumu olmak üzere iki kaynaktan beslenir. Bu ilim, herhangi bir metnin
maksadını ortaya koyma ve yorumlamayı esas alır.[5]
Tarihselcilik ise hermenötik
alan içerisinde varlık gösterir ve bütün metinleri, şekillendirildikleri
tarihin bir tanığı olarak kabul eder. Buradan hareketle de her metni, teşekkül
tarihinin panoramasını yeniden görmemizi sağlayan bir resim olarak
değerlendirir. Hatta o, bu noktada metni oluşturan yazarın niyetini okuma
iddiasındadır.
Özelde
Kur’ân’ı inceleme alanına alan tarihselci yaklaşım ise; onu,
tarihî-sosyolojik olgulara ve gelişmelere uygun bir şekilde varlık gösteren bir
metin olarak algılar ve Kur’ân mesajının sadece kendisinden hareketle değil, aynı
zamanda oluştuğu tarihî arkaplan ya da bağlamı da dikkate alınarak doğru
anlaşılabileceğinden söz eder. Buna göre tarihsel hadiseler ve dolayısıyla da
metnin bağlamı, onun için bir izlek konumundadır ve bu izlekle
ilahî vahyin tabiatine ulaşılarak mesaj doğru kodlanmış ve anlaşılmış olur.
Tarihselci
Kur’ân anlayışına göre, Kur’ân’ın vahyediliş öncesi metafizik konumu hiçbir
değer ifade etmez. Bu anlayış, Kur’ân’ı yorumlarken, onun, risâlet yıllarında
vahiy sonrası tecrübe edilen tarihî olgularla irtibatlı olarak vücut bulan metnini
dikkate alır.
Nesnel
bir yaklaşım biçimi olarak tarihselcilik, Kur’ân mesajını, teşekkül ettiği
zaman dilimi olarak gördüğü ilk asra hasrederek anlama iddiasında iken zaman
içerisinde gelişen ve geçmişten getirdiği tecrübelerle yoğrulan bugünün
bireysel ve toplumsal olgu ve durumlarını görmezden gelmekte ve bu yönüyle de gerçek
evrensellik ülküsüne ulaşamamaktadır. Zira mezkûr anlayış çerçevesinde değerlendirilen
ve sadece oluştuğu dönem dikkate alınarak yorumlanan ilahî mesaj, yer yer
tarihsel bağlamına hapsedilerek, evrensel ilkeler oluşturabilme imkânından
mahrum bırakılmaktadır ki bu durum, Kur’ân’a tek yönlü ve eksik bir bakışın
ifadesi olmaktan öteye geçememektedir.
[1] Bakara, 185.
[2] Evrensellik ve genel olarak İslâm’ın ve Kur’ân’ın
evrenselliği hakkında geniş bilgi için bk. Fethi Yeken, İdeolojilerin Çöküşü ve İslâm’ın Evrenselliği, Ravza Yay., İstanbul, 1998; Talip Özdeş, İslâm’ın Evrenselliği,
Fecr Yay., Ankara, 2008; M. Fatih Kesler, Kur’ân-ı Kerîm’in Evrenselliği,
Esra Yay., Konya, tsz.
[3] Büyük
İskender’in zafer ve istilalarıyla başlayan Antik Alem’de, Yunan etkisinin
zirve olduğu dönemin adı. Bu dönemle ilgili geniş bilgi için bk. Thomas R.
Martin, Eski Yunan: Tarihöncesinden Helenistik Çağ’a, Say Yay., Ankara,
2012.
[5] Hermenötik
ile ilgili geniş bilgi için bk. Richarde E. Palmer, Hermenötik, çev.
İbrahim Görener, Ağaç Kitabevi Yay., İstanbul, 2008; Gerard Bruns, Antik
Hermenötik, çev. İhsan Durdu, Yeni Zamanlar Yay., İstanbul, 2001;
Burhanettin Tatar, Felsefi Hermenötik ve Yazarın Niyeti, Vadi Yay.,
Ankara, 1999; Werner G. Jeanrond, Teolojik Hermenötik, çev. Emir Kuşçu,
İz Yay., İstanbul, 2007.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder