İlâhî olanla beşerî
olan arasındaki zorunlu münasebet, bütün bir tarih boyunca, toplumlar
tarafından teşkîl olunan köklü literatürlerin en mühim mevzularından biri
olagelmiştir. Bu münasebetin güçlü tarafında yer alan vahiy ve dolayısıyla da nakil
etrafında şekillenen ilâhî literatürün birçok parçasına, kimi zaman ve
zeminlerde, muhtelif şâir ve yazarların tasarruflarıyla yeni bir hüviyet kazandırıldığını
söyleyebiliriz.
Müteâl ve yegâne
varlığın takdir buyurduğu hayat serüvenini, sırât-ı mustakîm’de ilerleyerek
nihâyete erdirmek yerine, yer yer kendi irâde-i cüz’iyyesini esas hareket
noktası kabul edecek kadar ileri giden ve fıtratından ferâgat ederek
sapkınlaşan insanoğlu, zaman içinde oluşturduğu mit ve efsanelerle, vahyin
karakterlerini, kendi sahnesinin âdi birer oyuncusu hâline getirmiş ve bu
karakterleri, takipçilerine de bu hâliyle kabul ettirebilmiştir.
Hakikat ve hurafenin
bir dönem kesin ve koyu olan sınırlarının zorlanarak inceltildiği ve hatta
neredeyse yok edildiği asrımızda, bir İslam münevverinin en mühim
vazifelerinden birinin, özellikle de vahiy literatürünün cüzlerini oluşturan her
bir tarihî hadisenin arka planını araştırarak, hak ile bâtıl olanı layıkıyla tefrîk
etmek olduğu kanaatini taşımaktayız. Bu kanaatin samimi bir tepkisini,
Kur’ân’ın ibret sahnesinden alaşağı edilerek aşk sahnelerinin güzel ve masum yıldızı
hâline getirilen tarihî bir şahsiyeti, layık olduğu mevkiye döndürecek
satırları iktibas ederek göstermek istiyoruz. Yani Züleyhâ’yı…
Züleyhâ denince umûmun
efkârında, Hz. Yûsuf’a âşık olan ve mezkûr peygamberin aşkını kazanarak
nihâyet-i ömründe onunla izdivâcı gerçekleşen masum bir kadın canlanıverir. Bu
kanaat, bazen halk ozanlarının bağlamalarını titretir, bazen de mesnevî nam
eserlerin yönünü tayin eder. Rüyasında âşık olduğu delikanlısı için bir sürü
ıztırap çeken, bir ara çirkinleşip sonra dua vasıtasıyla eski güzelliğini yeniden
kazanan bir kadının aşk hikâyesi, dillere pelesenk olacak kıymettedir ve bu dokunaklı
hikâye, vâizlerin vaazlarını süsleyecek kadar hakikat addedilebilmiştir.
Bu küçük makalede biz,
tarihî bir şahsiyet olan Züleyhâ’nın muhtelif kaynaklardan hareketle hâl
tercemesini arz edecek ve vahiy eksenli bir Züleyhâ profili oluşturmaya
çalışacağız.
Tarihî
Kaynaklar Züleyhâ’yı Nasıl Anlatıyor?
Dinî
literatürde önemli bir yeri olan bu şahsın adı doğulu kaynaklarda “Züleyhâ”
olarak geçer. “Züleyhâ” kelimesi Arapçadır ve Arap harfleriyle kendisine işaret
edilen bütün İslâmî kaynaklarda aynı şekilde yazılır. Bu ortak yazılım “زليخا” şeklindedir.
Bazı
eserlerde mezkûr şahıs için, bir isimden çok sıfat olarak kabul edebileceğimiz
Züleyhâ kelimesiyle birlikte iki isim daha zikredilmiştir. Bu isimler,
Süryanice asıllı bir kelime olduğu belirtilen Râ’îl ve Rabîha’dır.[1]
Züleyhâ ayrıca annesinin ismiyle birlikte Râ’îl bint Ra’â’îl[2]
ve Züleyhâ bint Temlîhâ[3]
şeklinde de anılmıştır.
Zülayhâ, Mısır
firavunlarından Rayyân b. Velîd b. Bervân b. Erâşe b. Fârân b. Amr b. İmlâk b.
Lâviz b. Sâm b. Nûh zamanında yaşamıştır. Kaynaklarda bu şahsın dört yüz sene
yaşadığı ve Hz. Mûsâ zamanındaki firavunun da bu olduğu rivâyet edilmiştir.[4]
Dönem için ayrıca başka bir firavun ismi daha zikredilir ki bu da mezkûr
firavunla aynı soydan olan Mus’ab b. Rayyân’dır.[5]
Eski kaynaklarda Hz. Yûsuf’un bu dönemde yaşayan firavunu kendi dinine davet
ettiği fakat onun başkaldırdığı da kaydedilir.[6]
Modern Mısırologlar ve Kitab-ı Mukaddes araştırmacıları, dönemin firavunu
olarak genellikle Apophis’i (Grek. “Άποφις”)
kabul etmektedirler. Ayrıca Apepi
olarak da adlandırılan bu şahıs, Hyksos (Grek. “Ὑκσώς” veya “Ὑξώς”) krallarındandır.
Suriye-Filistin’den göç edip Mısır’ı ele geçiren Hyksoslar, İslâm literatüründe
“Amâlik” olarak bilinirler.[7]
Züleyhâ,
o dönemlerde Mısır’ın hazine bakanı olan Kıtfîr’in karısıdır. Firavun döneminin
asilzâdelerinden biri olan ve Batılı kaynaklarda ismi Potiphar (İbr. פּוֹטִיפָר) olarak[8]
takdim edilen bu şahıs için klâsik eserlerde birçok isim zikredilmiştir. Bunlar
arasında Kutfîr, Kıtfîr, Kutayfîn, İtfîr, Etfîr, Azfîr, Kantûr ve Fitfîr sayılabilir.
İbn Atiyye (öl. 546 h./1151 m.) Kıtfîr’in kâfir olduğunu, zira evinde put (sanem)
bulunduğunu ifade eder.[9]
Tarihî kaynaklarımızda
Züleyhâ ve çevresiyle ilgili daha fazla bilgi olmayıp bahsi edilen kaynaklarda
Züleyhâ’nın düşleri, bir sultan olan babası, Yûsuf ile evlenmesi ve ölümüyle
ilgili hadiseler yer almaz. Bu ve buna benzer ilginç ayrıntılar, ancak tarihsel
gerçekliği yansıtmaktan uzak olan mesnevî tarzı eserlerde ve mitolojik halk
anlatılarında yer alabilmiştir.
Kitâb-ı Mukaddes Züleyhâ’yı Nasıl Betimliyor?
Kitâb-ı Mukaddes’te
Züleyhâ’ya “Potiphar’ın Karısı”[10]
(The wife of Pothiphar) olarak gönderme yapılır ve onun için herhangi bir isim
zikredilmez. Kutsal Kitab’a göre Züleyhâ, kocası tarafından satın alınan ve son
derece yakışıklı olan Yûsuf’a, evlerine yerleştikten bir müddet sonra göz
koymuş ve onunla birlikte olmak istemiş, karşılık görmeyince de iftira ederek
Yûsuf’u zindana attırmıştır:
“…Yûsuf güzel yapılı, yakışıklıydı. Bir süre sonra
efendisinin karısı ona göz koyarak, ‘Benimle yat’ dedi. Ama Yûsuf reddetti.
‘Ben burada olduğum için efendim evdeki hiçbir şeyle ilgilenme gereğini
duymuyor’ dedi, ‘Sahip olduğu her şeyin yönetimini bana verdi. Bu evde ben de
onun kadar yetkiliyim. Senin dışında hiçbir şeyi benden esirgemedi. Sen onun
karısısın. Nasıl böyle bir kötülük yapar, Tanrı'ya karşı günah işlerim?’
Potifar'ın karısı her gün kendisiyle yatması ya da birlikte olması için
direttiyse de, Yûsuf onun isteğini kabul etmedi. Bir gün Yûsuf işlerini yapmak
üzere eve gitti. İçerde ev halkından hiç kimse yoktu. Potifar'ın karısı
Yûsuf'un giysisini tutarak, ‘Benimle yat!’ dedi. Ama Yûsuf giysisini onun
elinde bırakıp evden dışarı kaçtı. Kadın Yûsuf'un giysisini bırakıp kaçtığını
görünce, hizmetkârlarını çağırdı. ‘Bakın şuna!’ dedi, ‘Kocamın getirdiği bu İbrânî bizi rezil etti. Yanıma
geldi, benimle yatmak istedi. Ben de bağırdım. Bağırdığımı duyunca, giysisini
yanımda bırakıp dışarı kaçtı!’ Efendisi eve gelinceye kadar Yûsuf'un giysisini
yanında alıkoydu. Ona da aynı şeyleri anlattı: ‘Buraya getirdiğin İbrânî köle yanıma gelip beni
aşağılamak istedi. Ama ben bağırınca giysisini yanımda bırakıp kaçtı!’
Karısının, ‘Senin kölen bana böyle yaptı!’ diyerek anlattıklarını duyunca,
Yûsuf'un efendisinin öfkesi tepesine çıktı. Yûsuf'u yakalayıp zindana, kralın
tutsaklarının bağlı olduğu yere attı…”[11]
Kitâb-ı
Mukaddes’te yer alan bu pasajlardan, Züleyhâ’nın
iyi bir karakteri sembolize etmediği açıkça anlaşılmaktadır. Zira o, nefsanî arzuları
doğrultusunda kölesinden faydalanmak istemiş ve istekleri mukâbilinde olumlu
bir cevap alamayınca da hiddetlenip hiç suçu olmadığı halde onun
cezalandırılmasına sebep olmuştur. Kölesiyle birlikte olmak isteyerek kocasını
aldatmaktan çekinmeyişi ise, sadâkatsiz bir kişiliğe sahip olduğunu
göstermektedir.
Kur’ân-ı Kerim Züleyhâ İçin Neler Söylüyor?
Kur’ân-ı Kerîm’de
Züleyhâ ile ilgili fazla bilgi yoktur. Tıpkı Kitâb-ı Mukaddes’te olduğu
gibi Kur’ân’da da Züleyhâ için herhangi bir isim zikredilmemiş, bunun
yerine “Azîz’in Karısı” anlamında “İmra’etu’l-Azîz”[12]
tabiri yeğlenmiştir. Züleyhâ’nın kocası için de yine gerçek bir isim yerine “Azîz”
ifadesi kullanılmıştır.
Kur’ân-ı Kerîm’de
Azîz’in, Hz. Yûsuf’u satın alıp evine getirdiği ve karısına da ona iyi bakması
tavsiyesinde bulunduğu belirtilir. Nihayet Hz. Yûsuf belli bir yaşa gelip
kuvvetli çağına erişince de Züleyhâ, kocasının evlâtlık edinmeyi düşündüğü bu
gence göz koyar ve onunla birlikte olmak ister:
“…Yûsuf'un, evinde kaldığı kadın, onun
nefsinden murâd almak istedi ve kapıları kilitleyip: ‘Haydi gelsene!’ dedi.
(Yûsuf): ‘Allah'a sığınırım’ dedi, ‘efendim bana güzel baktı. zâlimler iflâh
olmazlar!’ Andolsun, kadın onu arzu etmişti. Eğer Rabbinin doğruyu gösteren
delilini görmeseydi o da onu arzu etmişti. Böylece biz, kötülüğü ve fuhşu ondan
çevirmek istedik. Çünkü o, ihlâsa erdirilmiş (temiz) kullarımızdandır. Kapıya
doğru koşuştular. Kadın, Yûsuf'un gömleğini arkadan yırttı. Kapının yanında
kadının beyine rastladılar. Kadın: ‘Senin âilene kötülük yapmak isteyenin
cezâsı nedir? Zindana kapatılmak veya acı bir biçimde işkence edilmek değil
midir?’ dedi. (Yûsuf): ‘O benden murâd almak istedi!’ dedi. Kadının âilesinden
bir şâhit de şöyle şâhitlik etti: ‘Eğer Yûsuf'un gömleği önden yırtılmışsa
kadın doğrudur, o yalancılardandır. Ve eğer onun gömleği arkadan yırtılmışsa
kadın yalancıdır, o doğrulardandır!’ (Kadının kocası, Yûsuf'un) gömleğinin
arkadan yırtılmış olduğunu görünce (kadına): ‘Bu, sizin düzeninizdendir’ dedi,
‘Gerçekten sizin düzeniniz büyüktür! Yûsuf, sen bundan vazgeç! (bunu kimseye
söyleme!), (ey kadın!), sen de günâhının bağışlanmasını dile! Çünkü sen,
günâhkârlardan oldun!’..."[13]
Züleyhâ, yaşadığı küçük
düşürücü hadiseyle birlikte hem elde etmek istediği şeyi alamamış, hem de
şehrin ileri gelen kadınlarının dedikodu malzemesi olmaktan kendini
kurtaramamıştır:
“…Şehirde birtakım kadınlar: ‘Vezirin
karısı, uşağının nefsinden murâd almak istemiş! Sevda, onun bağrını yakmış!
Biz, onu açık bir sapıklık içinde görüyoruz!’ dediler. (Kadın), onların (dedi-kodu
yaparak kendisini dile düşürme) düzenlerini işitince, onlara (adam) gönderdi
(yemeğe davet etti). Onlar için dayanacak yastıklar hazırladı ve her birine de
birer bıçak verdi. (Yûsuf'a): ‘Çık karşılarına!’ dedi. Kadınlar, (önlerine
konan meyveleri soyup yemekle meşgul iken) Yûsuf'u görünce onu (gözlerinde)
büyüttüler, (ona hayranlıklarından ötürü) ellerini kestiler ve: ‘Allâh için,
hâşâ bu, insan değildir; bu ancak güzel bir melektir!’ dediler. (Kadın) Dedi
ki: ‘İşte siz, beni bunun için kınamıştınız! And olsun ben kendisinden murâd
almak istedim de o, iffetinden ötürü reddetti. Ama kendisine emrettiğimi
yapmazsa, elbette zindana atılacak ve alçalanlardan olacaktır!’…”[14]
Kur’ân’a
göre Züleyhâ, kurguladığı bütün sinsi planlara rağmen Hz. Yûsuf’a sahip
olamamış ve Yûsuf, bir müddet sonra zindana atılarak bulunduğu ortamdan ve
Züleyhâ’nın kendisi için hazırladığı kötü oyunlardan kurtulmuştur:
“…(Yûsuf): ‘Rabbim!’ dedi, ‘Bana göre
zindan, bunların beni çağırdığı şeyden iyidir. Eğer onların düzenini benden
savmazsan onlara kayarım ve câhillerden olurum!’ Rabbi onun duâsını kabul
buyurdu da onların düzenini ondan savdı. Şüphesiz O, işitendir, bilendir. Sonra
(aziz Kıtfir ve adamları, Yûsuf'un masûmluğu hakkındaki) bu delilleri
gördükleri halde yine onu bir süre zindana atmaları kendilerine uygun geldi…”[15]
Bütün bu bilgiler,
tıpkı Kitâb-ı Mukaddes’te olduğu gibi, Kur’ân-ı Kerîm’de de
Züleyhâ için güzel bir karakter portresi çizilmediğini gözler önüne
sermektedir.
İlâhî literatürde,
hevesperest bir kadın imajıyla takdim edilen ve adı belirtilmeksizin sözü
edilen Züleyhâ’nın başından geçen hadiseler, kutsal kitaplarda sonraki
nesillere ibret vermek üzere nakledilmiş ve bu nakillerle de insanların bahsi
geçen olaylardan gerekli dersi çıkarmaları amaç edinilmiştir. Bu sebeple de
kutsal kitaplarda, kahramanımızın insanlığa hiçbir fayda sağlamayacak olan isim
ve künyesi verilmek yerine sadece başından geçen ibret dolu serüvenin anlatımı
tercih edilmiştir. Beşerî literatürde ise, tam aksine Züleyhâ’nın yaşadıkları,
ibret verici bir kıssa olmaktan çıkarılmış ve karakterini tamamen değiştirerek
masûm ve içli bir aşk hikâyesi şekline bürünmüştür. Bu durum hakikatin, insan
muhayyilesindeki kırılma ve sapmalarının en çarpıcı örneklerinden biridir.
* Ur Dergisi’nde
yayımlanmıştır.
[1]
İbn Atiyye, el-Muharraru’l-Vecîz fi Tefsîri'l-Kitâbi'l-Azîz, Beyrut,
1422/2001, c. III, s. 231.
[2]
İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Kahire, 1421/2000, c. VIII, s. 25.
[3]
Ebû Hayyân, el-Bahru’l-Muhît, Beyrut, 1413/1993, c. V, s. 293.
[5]
Zemahşerî, el-Keşşâf, Riyad, 1418/1998, c. III, s. 265 vd.
[6]
Ebû Hayyân, a.g.e., c. V, s. 292 vd.
[7]
Zemahşerî, a.g.e., c. III, s. 265; İbn Kesîr, a.g.e., c. VIII, s.
25.
[8]
Isaac Williams, The Characters of the Old Testament, London, 1876, s.
82.
[9]
İbn Atiyye, a.g.e., c. III, s. 231. Müfessir Mücâhid aksi görüştedir
(bkz. A.g.e. ve a.y.).
[10]
Bkz. The Holy Bible, 39:1-23; Kutsal Kitap Yeni Çeviri, 39:1-23.
[11] Kutsal
Kitap Yeni Çeviri, 39:6-21; The Holy Bible, 39:6-21.
[12] Bkz.
Kur’ân, 12:30.
[13] Kur’ân-ı
Kerîm Meâli, Hzl. Süleyman Ateş, Yeni Ufuklar Neşriyat, 1975, s. 237.
[14] Kur’ân-ı
Kerîm Meâli, s. 237-238.
[15] Kur’ân-ı
Kerîm Meâli, 238.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder