2 Ekim 2015 Cuma

HAKÎKAT VE HURÂFE ARASINDA BİR KUR’ÂN KARAKTERİ: “ZÜLEYH” *

İlâhî olanla beşerî olan arasındaki zorunlu münasebet, bütün bir tarih boyunca, toplumlar tarafından teşkîl olunan köklü literatürlerin en mühim mevzularından biri olagelmiştir. Bu münasebetin güçlü tarafında yer alan vahiy ve dolayısıyla da nakil etrafında şekillenen ilâhî literatürün birçok parçasına, kimi zaman ve zeminlerde, muhtelif şâir ve yazarların tasarruflarıyla yeni bir hüviyet kazandırıldığını söyleyebiliriz.
Müteâl ve yegâne varlığın takdir buyurduğu hayat serüvenini, sırât-ı mustakîm’de ilerleyerek nihâyete erdirmek yerine, yer yer kendi irâde-i cüz’iyyesini esas hareket noktası kabul edecek kadar ileri giden ve fıtratından ferâgat ederek sapkınlaşan insanoğlu, zaman içinde oluşturduğu mit ve efsanelerle, vahyin karakterlerini, kendi sahnesinin âdi birer oyuncusu hâline getirmiş ve bu karakterleri, takipçilerine de bu hâliyle kabul ettirebilmiştir.
Hakikat ve hurafenin bir dönem kesin ve koyu olan sınırlarının zorlanarak inceltildiği ve hatta neredeyse yok edildiği asrımızda, bir İslam münevverinin en mühim vazifelerinden birinin, özellikle de vahiy literatürünün cüzlerini oluşturan her bir tarihî hadisenin arka planını araştırarak, hak ile bâtıl olanı layıkıyla tefrîk etmek olduğu kanaatini taşımaktayız. Bu kanaatin samimi bir tepkisini, Kur’ân’ın ibret sahnesinden alaşağı edilerek aşk sahnelerinin güzel ve masum yıldızı hâline getirilen tarihî bir şahsiyeti, layık olduğu mevkiye döndürecek satırları iktibas ederek göstermek istiyoruz. Yani Züleyhâ’yı…
Züleyhâ denince umûmun efkârında, Hz. Yûsuf’a âşık olan ve mezkûr peygamberin aşkını kazanarak nihâyet-i ömründe onunla izdivâcı gerçekleşen masum bir kadın canlanıverir. Bu kanaat, bazen halk ozanlarının bağlamalarını titretir, bazen de mesnevî nam eserlerin yönünü tayin eder. Rüyasında âşık olduğu delikanlısı için bir sürü ıztırap çeken, bir ara çirkinleşip sonra dua vasıtasıyla eski güzelliğini yeniden kazanan bir kadının aşk hikâyesi, dillere pelesenk olacak kıymettedir ve bu dokunaklı hikâye, vâizlerin vaazlarını süsleyecek kadar hakikat addedilebilmiştir.
Bu küçük makalede biz, tarihî bir şahsiyet olan Züleyhâ’nın muhtelif kaynaklardan hareketle hâl tercemesini arz edecek ve vahiy eksenli bir Züleyhâ profili oluşturmaya çalışacağız.   

Tarihî Kaynaklar Züleyhâ’yı Nasıl Anlatıyor?

            Dinî literatürde önemli bir yeri olan bu şahsın adı doğulu kaynaklarda “Züleyhâ” olarak geçer. “Züleyhâ” kelimesi Arapçadır ve Arap harfleriyle kendisine işaret edilen bütün İslâmî kaynaklarda aynı şekilde yazılır. Bu ortak yazılım “زليخا” şeklindedir.
            Bazı eserlerde mezkûr şahıs için, bir isimden çok sıfat olarak kabul edebileceğimiz Züleyhâ kelimesiyle birlikte iki isim daha zikredilmiştir. Bu isimler, Süryanice asıllı bir kelime olduğu belirtilen Râ’îl ve Rabîha’dır.[1] Züleyhâ ayrıca annesinin ismiyle birlikte Râ’îl bint Ra’â’îl[2] ve Züleyhâ bint Temlîhâ[3] şeklinde de anılmıştır.   
Zülayhâ, Mısır firavunlarından Rayyân b. Velîd b. Bervân b. Erâşe b. Fârân b. Amr b. İmlâk b. Lâviz b. Sâm b. Nûh zamanında yaşamıştır. Kaynaklarda bu şahsın dört yüz sene yaşadığı ve Hz. Mûsâ zamanındaki firavunun da bu olduğu rivâyet edilmiştir.[4] Dönem için ayrıca başka bir firavun ismi daha zikredilir ki bu da mezkûr firavunla aynı soydan olan Mus’ab b. Rayyân’dır.[5] Eski kaynaklarda Hz. Yûsuf’un bu dönemde yaşayan firavunu kendi dinine davet ettiği fakat onun başkaldırdığı da kaydedilir.[6] Modern Mısırologlar ve Kitab-ı Mukaddes araştırmacıları, dönemin firavunu olarak genellikle Apophis’i (Grek. “Άποφις”) kabul etmektedirler. Ayrıca Apepi olarak da adlandırılan bu şahıs, Hyksos (Grek. “Ὑκσώς” veya “Ὑξώς”) krallarındandır. Suriye-Filistin’den göç edip Mısır’ı ele geçiren Hyksoslar, İslâm literatüründe “Amâlik” olarak bilinirler.[7]
            Züleyhâ, o dönemlerde Mısır’ın hazine bakanı olan Kıtfîr’in karısıdır. Firavun döneminin asilzâdelerinden biri olan ve Batılı kaynaklarda ismi Potiphar (İbr. פּוֹטִיפָר) olarak[8] takdim edilen bu şahıs için klâsik eserlerde birçok isim zikredilmiştir. Bunlar arasında Kutfîr, Kıtfîr, Kutayfîn, İtfîr, Etfîr, Azfîr, Kantûr ve Fitfîr sayılabilir. İbn Atiyye (öl. 546 h./1151 m.) Kıtfîr’in kâfir olduğunu, zira evinde put (sanem) bulunduğunu ifade eder.[9]
Tarihî kaynaklarımızda Züleyhâ ve çevresiyle ilgili daha fazla bilgi olmayıp bahsi edilen kaynaklarda Züleyhâ’nın düşleri, bir sultan olan babası, Yûsuf ile evlenmesi ve ölümüyle ilgili hadiseler yer almaz. Bu ve buna benzer ilginç ayrıntılar, ancak tarihsel gerçekliği yansıtmaktan uzak olan mesnevî tarzı eserlerde ve mitolojik halk anlatılarında yer alabilmiştir.

Kitâb-ı Mukaddes Züleyhâ’yı Nasıl Betimliyor?

Kitâb-ı Mukaddes’te Züleyhâ’ya “Potiphar’ın Karısı”[10] (The wife of Pothiphar) olarak gönderme yapılır ve onun için herhangi bir isim zikredilmez. Kutsal Kitab’a göre Züleyhâ, kocası tarafından satın alınan ve son derece yakışıklı olan Yûsuf’a, evlerine yerleştikten bir müddet sonra göz koymuş ve onunla birlikte olmak istemiş, karşılık görmeyince de iftira ederek Yûsuf’u zindana attırmıştır:
“…Yûsuf güzel yapılı, yakışıklıydı. Bir süre sonra efendisinin karısı ona göz koyarak, ‘Benimle yat’ dedi. Ama Yûsuf reddetti. ‘Ben burada olduğum için efendim evdeki hiçbir şeyle ilgilenme gereğini duymuyor’ dedi, ‘Sahip olduğu her şeyin yönetimini bana verdi. Bu evde ben de onun kadar yetkiliyim. Senin dışında hiçbir şeyi benden esirgemedi. Sen onun karısısın. Nasıl böyle bir kötülük yapar, Tanrı'ya karşı günah işlerim?’ Potifar'ın karısı her gün kendisiyle yatması ya da birlikte olması için direttiyse de, Yûsuf onun isteğini kabul etmedi. Bir gün Yûsuf işlerini yapmak üzere eve gitti. İçerde ev halkından hiç kimse yoktu. Potifar'ın karısı Yûsuf'un giysisini tutarak, ‘Benimle yat!’ dedi. Ama Yûsuf giysisini onun elinde bırakıp evden dışarı kaçtı. Kadın Yûsuf'un giysisini bırakıp kaçtığını görünce, hizmetkârlarını çağırdı. ‘Bakın şuna!’ dedi, ‘Kocamın getirdiği bu İbrânî bizi rezil etti. Yanıma geldi, benimle yatmak istedi. Ben de bağırdım. Bağırdığımı duyunca, giysisini yanımda bırakıp dışarı kaçtı!’ Efendisi eve gelinceye kadar Yûsuf'un giysisini yanında alıkoydu. Ona da aynı şeyleri anlattı: ‘Buraya getirdiğin İbrânî köle yanıma gelip beni aşağılamak istedi. Ama ben bağırınca giysisini yanımda bırakıp kaçtı!’ Karısının, ‘Senin kölen bana böyle yaptı!’ diyerek anlattıklarını duyunca, Yûsuf'un efendisinin öfkesi tepesine çıktı. Yûsuf'u yakalayıp zindana, kralın tutsaklarının bağlı olduğu yere attı…”[11]
Kitâb-ı Mukaddes’te yer alan bu pasajlardan, Züleyhâ’nın iyi bir karakteri sembolize etmediği açıkça anlaşılmaktadır. Zira o, nefsanî arzuları doğrultusunda kölesinden faydalanmak istemiş ve istekleri mukâbilinde olumlu bir cevap alamayınca da hiddetlenip hiç suçu olmadığı halde onun cezalandırılmasına sebep olmuştur. Kölesiyle birlikte olmak isteyerek kocasını aldatmaktan çekinmeyişi ise, sadâkatsiz bir kişiliğe sahip olduğunu göstermektedir.

Kur’ân-ı Kerim Züleyhâ İçin Neler Söylüyor?

Kur’ân-ı Kerîm’de Züleyhâ ile ilgili fazla bilgi yoktur. Tıpkı Kitâb-ı Mukaddes’te olduğu gibi Kur’ân’da da Züleyhâ için herhangi bir isim zikredilmemiş, bunun yerine “Azîz’in Karısı” anlamında “İmra’etu’l-Azîz”[12] tabiri yeğlenmiştir. Züleyhâ’nın kocası için de yine gerçek bir isim yerine “Azîz” ifadesi kullanılmıştır.
Kur’ân-ı Kerîm’de Azîz’in, Hz. Yûsuf’u satın alıp evine getirdiği ve karısına da ona iyi bakması tavsiyesinde bulunduğu belirtilir. Nihayet Hz. Yûsuf belli bir yaşa gelip kuvvetli çağına erişince de Züleyhâ, kocasının evlâtlık edinmeyi düşündüğü bu gence göz koyar ve onunla birlikte olmak ister:
“…Yûsuf'un, evinde kaldığı kadın, onun nefsinden murâd almak istedi ve kapıları kilitleyip: ‘Haydi gelsene!’ dedi. (Yûsuf): ‘Allah'a sığınırım’ dedi, ‘efendim bana güzel baktı. zâlimler iflâh olmazlar!’ Andolsun, kadın onu arzu etmişti. Eğer Rabbinin doğruyu gösteren delilini görmeseydi o da onu arzu etmişti. Böylece biz, kötülüğü ve fuhşu ondan çevirmek istedik. Çünkü o, ihlâsa erdirilmiş (temiz) kullarımızdandır. Kapıya doğru koşuştular. Kadın, Yûsuf'un gömleğini arkadan yırttı. Kapının yanında kadının beyine rastladılar. Kadın: ‘Senin âilene kötülük yapmak isteyenin cezâsı nedir? Zindana kapatılmak veya acı bir biçimde işkence edilmek değil midir?’ dedi. (Yûsuf): ‘O benden murâd almak istedi!’ dedi. Kadının âilesinden bir şâhit de şöyle şâhitlik etti: ‘Eğer Yûsuf'un gömleği önden yırtılmışsa kadın doğrudur, o yalancılardandır. Ve eğer onun gömleği arkadan yırtılmışsa kadın yalancıdır, o doğrulardandır!’ (Kadının kocası, Yûsuf'un) gömleğinin arkadan yırtılmış olduğunu görünce (kadına): ‘Bu, sizin düzeninizdendir’ dedi, ‘Gerçekten sizin düzeniniz büyüktür! Yûsuf, sen bundan vazgeç! (bunu kimseye söyleme!), (ey kadın!), sen de günâhının bağışlanmasını dile! Çünkü sen, günâhkârlardan oldun!’..."[13]
Züleyhâ, yaşadığı küçük düşürücü hadiseyle birlikte hem elde etmek istediği şeyi alamamış, hem de şehrin ileri gelen kadınlarının dedikodu malzemesi olmaktan kendini kurtaramamıştır:
“…Şehirde birtakım kadınlar: ‘Vezirin karısı, uşağının nefsinden murâd almak istemiş! Sevda, onun bağrını yakmış! Biz, onu açık bir sapıklık içinde görüyoruz!’ dediler. (Kadın), onların (dedi-kodu yaparak kendisini dile düşürme) düzenlerini işitince, onlara (adam) gönderdi (yemeğe davet etti). Onlar için dayanacak yastıklar hazırladı ve her birine de birer bıçak verdi. (Yûsuf'a): ‘Çık karşılarına!’ dedi. Kadınlar, (önlerine konan meyveleri soyup yemekle meşgul iken) Yûsuf'u görünce onu (gözlerinde) büyüttüler, (ona hayranlıklarından ötürü) ellerini kestiler ve: ‘Allâh için, hâşâ bu, insan değildir; bu ancak güzel bir melektir!’ dediler. (Kadın) Dedi ki: ‘İşte siz, beni bunun için kınamıştınız! And olsun ben kendisinden murâd almak istedim de o, iffetinden ötürü reddetti. Ama kendisine emrettiğimi yapmazsa, elbette zindana atılacak ve alçalanlardan olacaktır!’…”[14]  
Kur’ân’a göre Züleyhâ, kurguladığı bütün sinsi planlara rağmen Hz. Yûsuf’a sahip olamamış ve Yûsuf, bir müddet sonra zindana atılarak bulunduğu ortamdan ve Züleyhâ’nın kendisi için hazırladığı kötü oyunlardan kurtulmuştur:
“…(Yûsuf): ‘Rabbim!’ dedi, ‘Bana göre zindan, bunların beni çağırdığı şeyden iyidir. Eğer onların düzenini benden savmazsan onlara kayarım ve câhillerden olurum!’ Rabbi onun duâsını kabul buyurdu da onların düzenini ondan savdı. Şüphesiz O, işitendir, bilendir. Sonra (aziz Kıtfir ve adamları, Yûsuf'un masûmluğu hakkındaki) bu delilleri gördükleri halde yine onu bir süre zindana atmaları kendilerine uygun geldi…”[15]
Bütün bu bilgiler, tıpkı Kitâb-ı Mukaddes’te olduğu gibi, Kur’ân-ı Kerîm’de de Züleyhâ için güzel bir karakter portresi çizilmediğini gözler önüne sermektedir.
İlâhî literatürde, hevesperest bir kadın imajıyla takdim edilen ve adı belirtilmeksizin sözü edilen Züleyhâ’nın başından geçen hadiseler, kutsal kitaplarda sonraki nesillere ibret vermek üzere nakledilmiş ve bu nakillerle de insanların bahsi geçen olaylardan gerekli dersi çıkarmaları amaç edinilmiştir. Bu sebeple de kutsal kitaplarda, kahramanımızın insanlığa hiçbir fayda sağlamayacak olan isim ve künyesi verilmek yerine sadece başından geçen ibret dolu serüvenin anlatımı tercih edilmiştir. Beşerî literatürde ise, tam aksine Züleyhâ’nın yaşadıkları, ibret verici bir kıssa olmaktan çıkarılmış ve karakterini tamamen değiştirerek masûm ve içli bir aşk hikâyesi şekline bürünmüştür. Bu durum hakikatin, insan muhayyilesindeki kırılma ve sapmalarının en çarpıcı örneklerinden biridir.






* Ur Dergisi’nde yayımlanmıştır.
[1] İbn Atiyye, el-Muharraru’l-Vecîz fi Tefsîri'l-Kitâbi'l-Azîz, Beyrut, 1422/2001, c. III, s. 231.
[2] İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Kahire, 1421/2000, c. VIII, s. 25.
[3] Ebû Hayyân, el-Bahru’l-Muhît, Beyrut, 1413/1993, c. V, s.  293.
[4] Ebû Hayyân, a.g.e., c. V, s. 292 vd.
[5] Zemahşerî, el-Keşşâf, Riyad, 1418/1998, c. III, s. 265 vd.
[6] Ebû Hayyân, a.g.e., c. V, s. 292 vd.
[7] Zemahşerî, a.g.e., c. III, s. 265; İbn Kesîr, a.g.e., c. VIII, s. 25.
[8] Isaac Williams, The Characters of the Old Testament, London, 1876, s. 82.
[9] İbn Atiyye, a.g.e., c. III, s. 231. Müfessir Mücâhid aksi görüştedir (bkz. A.g.e. ve a.y.).
[10] Bkz. The Holy Bible, 39:1-23; Kutsal Kitap Yeni Çeviri, 39:1-23.
[11] Kutsal Kitap Yeni Çeviri, 39:6-21; The Holy Bible, 39:6-21.
[12] Bkz. Kur’ân, 12:30.
[13] Kur’ân-ı Kerîm Meâli, Hzl. Süleyman Ateş, Yeni Ufuklar Neşriyat, 1975, s. 237.
[14] Kur’ân-ı Kerîm Meâli, s. 237-238.
[15] Kur’ân-ı Kerîm Meâli, 238.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder